Sayfalar

14 Nisan 2019 Pazar

CLOSER - SEVGİ NEDEN YETMEZ



Dün gece nihayet Closer'ı izleyebildik. 
Daha doğrusu, nisanın ortası gelmiş, onca koşturmacadan, telaştan sonra nihayet bir oyuna gidebildik, bu da son gösterimini yapan Closer oldu.

Beni bilen bilir, uzmanlığım dışındaki konularda bilirkişi gibi ahkam kesmeyi sevmem, çekinirim. O nedenle de oyunu bir tiyatro eleştirmeni gibi didikleyemem tabii ki.

Gökhan filmleri ve oyunları 'okuyarak' izlediği için - hatta bu yüzden arada ruhtan kopabiliyor - o farklı değerlendirmeler yaptı oyunculuklar vs.. hakkında.

Ama ben malum, kendini her durumda duyguya bırakan bir insanım ve oyunu sevdim. 

Oyunun yapısı gereği karakterlerin yüz yüze bakmıyor oluşu ilk başta biraz gerse de sonrasında hemen alışıveriyorsun.

Dümdüz ve duygusuz bakan biri hikayeyi gayet "Kimin eli kimin cebinde olduğu belli olmayan dört karakterin hikayesi" olarak yorumlayabilir ama onlarla işimiz yok değil mi?

Kendi hayatlarına ve ilişkilerine dair kafaları karışık, çatışmaları ve çıkmazları olan, bu çıkmazları yoluna koydukları yerden tekrar çatlayıp kanayan, kanları birbirine bulaşan, belki -görece- kötü şeyler yapan ama hiçbiri tekil olarak kötü olmayan dört karakter, dört insan.

Yani kısaca; ben, sen, o, biz, siz, onlar.

"Hayır hayır, benle ne alakası var yaa?!" diyecek olanın da alnını karışlarım çünkü az ya da çok, göbeğinden ya da ucundan hepimizin hayatına değen bir hikaye bu.

Hatta oyunun bazı diyalogları o kadar tokatladı ki beni, hani sinemada olsam amaan boşver deyip ağlayabilirdim, dün akşam sahneye o kadar yakındım ki şişip şişip, yutkunup oturmak zorunda kaldım.

Diğer yandan ben oyunculukları da çok sevdim. Yani en azından rahatsız eden, tırmalayan bir duruma rastlamadım. Gayet doğal, tatlı ve akıcıydı hepsi. Klişe bir yorum olarak, karakterlerine güzel girmişlerdi. 
Ahu Yağtu, Serhan Onat ve Zeynep Tuğçe Bayat'ı daha önce herhangi bir yapımda izlememiştim. Dün hepsinin performansına bayıldım. Her ne kadar Gökhan, "Erkek karakterler özellikle iyiydi." dese de bence kızlar da gayet döktürmüşler, erkeklerden hiç altta kalır yanları yoktu.

Bir de huyum kurusun, eğer bir oyuncu özel hayatında mendebur, kompleksli, sevimsiz vs.. bir karakterse, sahnede harikalar da yaratsa ben o kişiye ısınamıyorum. Ağzıyla kuş tutsa bitiyor yani benim için.
Diğer yandan bunun tam tersi olarak, gerçek hayatındaki hayvan severliği ve merhametiyle de, Cansel Elçin sevdiğim ve çok takdir ettiğim, kalbi yüzüne yansımış dediğim üç beş oyuncudan biridir. Onu da tiyatroda ilk izleyişim oldu ve bence harikaydı. Hele hele de bu adamın bundan çok da uzun olmayan bir süre önce doğru dürüst Türkçe bile konuşamadığını düşünürsek... Helal olsun.

Oyun, yoğun cinsel diyaloglar, müstehcen sözler ve yer yer küfür içeriyordu. Ama rahatsız edici miydi? Kesinlikle hayır. Bu da sanırım oyuncuların başarısı, ağızlarına çok güzel yakıştırmışlar. Hele sonlara doğru, Dr. Larry'nin (Cansel Elçin) Dan'e (Serhan Onat) böyle hızlı hızlı, ağız dolusu saydırdığı bir 'küfür öbeği' vardı, bırakın rahatsız edici olmayı, son derece doğal ve sevimliydi bile. Baya güldürdü seyirciyi.

Diğer yandan yine Dr. Larry'nin bazı sahnelerinde arka koltuklardaki teyzelerden "Pis sapık!" gibi atarlanmalar duyduk ama bu da seyircinin karaktere yönelik gayet doğal ve sevimli bir tepkisiydi bence.

Ha ama, bu oyuna gelip de içerdiği cinsellikten rahatsız olanlar da olabilir mi, olabilir. Onlar da gidecekleri oyunları baştan iyi araştırsınlar derim. Çocuk tiyatrosuna gelmiyorsun sonuçta.

Velhasıl, Closer Gökhan için, arkasından bin tane teknik 'değerlendirme' yaptığı, benim içinse kendimi ruhuna bırakıp -hatta gündelik modumdan dolayı biraz fazla bırakıp- sonuç olarak sevdiğim ve etkilendiğim bir oyun oldu.

Filmler, oyunlar ya da kitaplardan sonra kendime hep sorarım, iyi ki izlemiş/okumuş muyum diye. Kıymetli vaktimin boşa gidip gitmediğinin hasar tespitini yapıyorum zaar. :)

Bu oyun için düşüncem net, evet iyi ki gitmişim!






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...