Sayfalar

29 Ağustos 2014 Cuma

Yatacak Yeri Olmayanlar



Şşt bana bak bi. Sana söylüyorum. Evet evet sana.
Sen kendini bilirsin. Dinle bir beni.
Sana Angel'ın birkaç günlük hikayesini anlatacağım. Tanıdık geliyorsa, muhattabım sensin.
Sen ve senin gibileri.
Ben size, 'yatacak yeri olmayanlar' diyorum.

Angel, bir Alman kurdu. Güzeller güzeli. Kurabiye gibi, kadife gibi kepçe kulakları, kapkara bir suratı ve her köpek gibi yüce sevgisi olan bir kız.
Ama sevgisini gösterebilecek mecali yok. O güzel kuyruğunu bile sallayamayacak kadar halsiz. Çünkü hasta. Çok ama çok hasta. Üstelik çok bakımsız. Neden biliyor musun?
Çünkü sokağa terk edilmiş. 
Safkan bir Alman kurdu sokaktaki köpeklerden doğamayacağına göre, bir zamanlar bir yuvası, ailesi ya da en azından bir sahibi, bakanı varmış.
Ama sonra o kalleş, kendince bir sebeple atmış Angel'ı sokağa. Sen ve senin gibi yüreği olmayan, köpeğe mal gözüyle, bekçi gözüyle bakan, it gözüyle bakan bir kalleş!
Angel zayıflamış, bitkin düşmüş.
Keneler musallat olmuş garibanın bedenine. Ve o kenelerden bir ya da birkaçı, hastalık taşıyormuş.
Kan paraziti. 
Yemişler, içten içe mahvetmişler Angel'ı.
Senin işin bitince sokağa attığın o masum hayvanı ele geçirmişler, başıboş ve savunmasız bulunca...

Çok geç olmuştu arkadaşım onu bulduğunda. Bitkin, yorgun ve dermansızdı. Akıntıları vardı, 42 dereceye çıkmıştı ateşi.
Günlerce dayandı. Burnundan kanlar geldi, kustu, perişan oldu. İshal kakalar yaptı, kanlı kakalar yaptı, aklına gelebilecek her türlü paraziti döktü. 
Feciydi, feci. 
Nefes alamamaya başladı sonra.
Senin yüzünden! 
Sen onu alıp, kullanıp sonra da paçavra gibi sokağa attığın için!
Senin yüzünden hasta oldu. 
Ah bir dakika.. Belki de hasta olduğu için atmışsındır. Çünkü öyle birisin sen. Sen ve senin gibiler.
Ama ben sana bir şey diyeyim mi... Angel iki gün önce, biraz iyiyken, biz yanından ayrılırken bile arkamızdan öyle hüzünlü ve meraklı bakmıştı ki, o bakışı içimizi parça parça etti.
Sadece birkaç gündür tanıdığımız köpeğin arkamızdan öyle bakmasına perişan olduk. Ertesi gün tekrar göreceğimiz halde. Yüreğimiz kavruldu.
Peki sen nasıl yaptın? 
Sen nasıl bir yaratıksın ki, onu temelli bırakabildin? Nasıl bir insansın ki sen, canın hiç yanmadı? Çünkü eminim sana da öyle bakmıştır. Hatta çok daha acı, telaşlı ve üzgün bakmıştır sana. Senin ne kalleş olduğundan habersiz, kardeş bilmiştir seni. Dost bilmiştir, anne, baba bilmiştir.
Nasıl, nasıl, nasıl yapabildin?

Senin bir adın yok ama varsın biliyorum. Şu dünyada bir yerlerde, belki bize çok yakın bir yerlerde salına salına dolaşıyorsun. Yiyip, içip, dışkılıyorsun. Sokağa terk ettiğin köpeği çoktan unutmuş olarak bir yerlerde pis kahkahalar atıp, bizim doğamızda, bizim dünyamızda, aslında hiç de hak etmediğin bir hayatı yaşıyorsun. O melekler acılar içinde yaşarken, sen gerreksizce çoğalıyorsun. 
Senin adın yok ama senden çok var.

Angel'ın da adı yoktu. İsim koymaya bile zamanımız olamamıştı.
Ve o, senin arkana bakmadan terk ettiğin o güzel kız, dün akşam kanlar kusarak öldü.
Doktorları her şeyi yaptılar ama olmadı, olamadı. Çünkü sen... Sen onu baştan terk ettiğin için. Onun bu hallere düşmesine neden olduğun için.

Onu bulan arkadaşım dün gece uyku uyuyamadı. Kendi evladını kaybetmiş gibi oldu, toparlanamadı. Bizim canımızdan can koptu son iki günde, sen biliyor musun?
Bilmezsin. Bilsen de umursamazsın değil mi?
Sen insan değilsin çünkü. 
Sen bir defosun. Çürük malsın.

Bilmeyi hiç hak etmiyorsun ama söyleyeyim... Angel çok güzel bir yerde uyuyor şu anda. Çok acı çekti ama huzura erdi nihayet.
Sen huzur bulabilecek misin ömründe? 
Bana bir de bakayım. Ha?
Hayır bulamayacaksın. Nedeni bilmeyeceksin belki ama çırpınıp çırpınıp batacaksın.
Ve inşallah en muhtaç olduğun anda el uzatanın da olmayacak. Bak buraya yazıyorum.

Angel'ımız güzel bir yerde yatıyor şükür.
Ama sen ve senin gibiler?
Sizin ne bu dünyada, ne başka yerde... 
Yatacak yeriniz yok.




25 Ağustos 2014 Pazartesi

Şimdinin Güzelliği ve Şaşkınlığı


Bazı anlar oluyor, ne yapacağımı şaşırıyorum...
Ama telaş içinde olduğum, acele karar vermem gereken bir durumla boğuştuğum ya da şuursuz olduğum anlar değil bunlar. 
Aksine dingin, mutlu ve olabildiğine şahane anlar...
Belki de, bir filmin içinde olsaydı, durdurulup derin bir nefes alarak, içine çeke çeke seyredilmesi gereken kareler gibi anlar.
Ama işte böyle anlarda ben bazen gerçekten ne yapmam gerektiğini bilemiyorum. Elim ayağıma, zihnim kalbime dolanıveriyor.
Tam şu anda olduğu gibi.
Günbatımını izlemek ve sevdiğim bir yazıyı okumak için balkona çıktım, bir kupa sıcacık çay ile. Ama gün yine o kadar güzel battı ki, bu güzelliğe karşı okumayı hayal ettiğim yazıyı okuyamadım.
Sonra koştura koştura içeri gidip fotoğraf makinemi alıp birkaç kare fotoğrafını çektim karşımdaki kırmızılığın.
Ve dedim ki kendime, makineyi bırak, sadece anın güzelliğini yaşa.
Peki diye cevapladım kendimi yine ve güneşin ardında bıraktığı tonlara verdim kendimi.
Gevşedim.
Sonra baktım, kocaman kocaman dalgalar aşağıdaki kayalıklara çarpıyor, şahane köpükler yaratıyor. Muhteşem bir seyirlik. Doğanın her bir ayrıntısına çılgıncasına aşık bir insan olan benim için, büyüleyici bir şey. Evimin aşağısında, her gün görüyorum ama her seferinde ilk kez görüyormuşçasına ya da son kez görüyormuşçasına etkiliyor beni.
Yine aynı etkiyi yarattı.
Sonra koştur koştur yine salona gittim, bıraktığım fotoğraf makinesini geri aldım, başladım bu sefer köpükleri yakalamaya çalışmaya.
Sonra iç sesim yine uyardı, "Tamam yeter, çektin. Artık sadece seyret."
Gidip bıraktım geri, salona.
Hayran hayran tekrar dalgalara ve günbatımına dalmışken, aklıma okumak istediğim yazı geldi, açtım bir iki satır okumaya başladım... Ama bu sefer de aklım denizde kaldı. Öylesine güzel renkler oluşmuştu ki, hiçbir saniyesini kaçırmak istemedim.
Yazıyı kapadım yine.
Gökyüzü iyice kızardı. Tam fotoğraflıktı. Popom yerden azıcık havalandı, salona seğirtecektim makineyi almak için, vazgeçtim.
"Şu yazıyı da okuyaydım iyiydi" dedim, ondan da vazgeçtim.
O kadar coşkulu hissettim ki, bunu yazmalıyım dedim sonra. Şu anları satırlara dökmem lazım, hemen şimdi, dedim.
Yok dedim sonra, yazma, sadece yaşa.
Sonra bıraktım yine kendimi manzaraya.
Her gün gördüğüm halde beni hep başka başka etkileyen manzaraya.
Baktım hava koyulaşmaya başladıkça bir iki yıldız beliriverdi tepede. 
Biri yıldız değilmiş ama, uçakmış. Balkondan kafamı tepe aşağı sarkıtıp, gözümden kaybolana kadar baktım uçağın minicik ışığına.
İçinde kimler var diye düşündüm... 
Acaba heyecanlılar mı şu anda, nereye gidiyorlar acaba diye, şu anda benim olduğum kadar mutlular mı diye düşündüm.
İnşallah öylelerdir dedim.
Sonra o kadar hoşuma gitti ki içinde bulunduğum kare, gözlerim doldu, hatta bir iki damla da firar etti.
Kendine güldüm o an, "Seni hassas turşu, yine buldun ağlayacak bir şey.."
Sonra keşke dedim, keşke hep böyle anlarda aksa gözyaşlarımız.

Derken hava karardı.
Güneşin ardından battığı dağlar kayboldu.
Kayalara vuran dalgalar, köpükleriyle birlikte gözünmez oldular.
Ama hala oradalar, o güzelim sesleri kaldı bana.
Haydi dedim sonra, yazacaksan şimdi yaz, sonra da salona geç, uzan, okuyamadığın yazıya bırak kendini.

Bilmem size de oluyor mu benim bu akşam yaşadığım gibi gelip gitmeler. Şahane bir anı yaşarken içinizin içinize sığamadığı zamanlar? 
Öyle güzel bir noktadasınız ki, onu sadece yaşamak istiyor bir yanınız. Ama diğer yanınız görsel olarak, başka bir yanınız ise satırlara dökerek belgelemek, somutlaştırmak istiyor. İstiyor ki kaybolup gitmesin o mutluluk. 
Ama belgeleme telaşı içinde doğallığından mı kopuyoruz anın?
Belki de.
Sonra yazayım desem, duygudan çıkacağım. 
Fotoğrafını sonra çekmek ise zaten imkansız.
Bilemedim ne yapmak lazım.

İyisi mi her şeyi oluruna, doğalına bırakmam lazım.
Ben de öyle yapacağım.
Şimdi içeri geçip bir kupa daha çay koyacağım. Kocamın yanağına kocaman bir öpücük kondurup, kendimi kanepeye atacağım.
Sonra ise canım her ne istiyorsa kendimi ona bırakacağım...



24 Ağustos 2014 Pazar

Gümüşlük'ün En Güzel Hediyesi


Kendimi bildim bileli Bodrum'da en sevdiğim yer Gümüşlük'tür. Her adımımı atışımda beni kokusuyla, sesleriyle, manzarasıyla, dingin atmosferiyle ve sahip olduğu her güzelliğiyle saran, içine alan bir belde Gümüşlük. Ama ben bu yazımda size bu güzel beldeyi tanıtmayacağım.
Bu yazıda ben size bir tanışma hikayesi anlatacağım.
Gümüşlük'te başlayan bir dostluk bağının hikayesi.

9 Ağustos 2014 Cumartesi

Ekime Kadar Serbest Uçuş



Kendime ekime kadar özgürlük hediye ediyorum!
Nasıl bir özgürlük derseniz, ekime kadar cumartesi ve pazartesi günlerine bağlı kalmadan, özgürce yazmak istiyorum.
Bodrum'a geldiğim günden beri kendimde, Cumartesi Yazısı yazma ve Tatlı Pazartesi yapma konusunda bir -nasıl diyeyim- tutukluk hissediyorum.
Yani, sürekli yazı günlerimi unutuyorum ve "Aaa cuma gecesi olmuş, ben yazımı yazmadım eyvah!", "Amanın bugün pazartesi, ben Tatlı Pazartesi yaptım mı? Yok, yapmadım yahu, Allah kahretmesin beni!"  hallerine girip duruyorum.
Ya da hafta ortasında aklıma güzel bir konu geliyor, hadi hemen oturup şunu yazayım diyorum ama içimin uyanık ve sinsi kısmı anında devreye girip şunu deyiveriyor:
"Dur dur, şimdi yazıp da harcama bu konuyu, cumartesi yazısına sakla!" diyor. Ama bunu söylerken keşke konuyu bir yere not etmemi de tembihlese, çünkü ben anında unutuyorum ve cuma gecesinin saat bilmem kaçı olduğunda, uykudan süründüğüm bir anda yazı yazmam gerektiği aklıma geliyor ve tabii ki geçmiş ola!
Tatlı Pazartesi yapmak ise başlı başına bir iş, ona hiç girmeyeyim zaten.
Neyse.
Yani ben hayatta yapmaktan en ama en çok keyif aldığım şeyi, yazmayı, böyle kalıplara sokmak istemiyorum. En azından ekim ayına kadar.
Ekime kadar tamamen özgür olmak, canım ne zaman isterse o zaman yazmak istiyorum. İçimden geldiğinde sadece bir satır bile olsa ses vermek istiyorum. Ya da belki bir paragrafla, o anki hislerimi size aktarmak, kısacası bazen sadece bir merhaba deyip kaçabilmek istiyorum.
Haftada bir güne bağlı kaldığım zaman, kendimden beklentim de yükseliyor. Bu kötü bir şey mi, tabii ki hayır. Ama sadece cumartesileri yazdığımda, kısacık, bir iki cümlelik bir paylaşım yapıp kaçmak içime sinmiyor. 
Bu da -en azından şu sıralar- beni biraz daraltıyor!

Şimdi önümde iki seçenek var. 
Birincisi, ekime kadar gayet özgür ama aksatmadan, arayı açmadan yayın yapacağım ve eğer hepimizin hoşuna giderse, her şeyden önemlisi bu şekilde de disiplinimi sağlayabilirsem, ekimden sonra da böyle devam edeceğim.
Ya da, duruma göre, ekimde yine Cumartesi Yazısı + Tatlı Pazartesi olarak devam edeceğim. (Bu arada, ne olursa olsun, ekim ayında Tatlı Pazartesi aynı şekilde devam edecek, onda değişiklik olmayacak.)

Bu iki yoldan hangisine gideceğimi beraberce göreceğiz. 
Ama ben bu yeni sürecin bana çok keyif vereceğini düşünüyorum. 
Umarım sizler de keyif alırsınız.

Bundan sonra hangi gün yazacağım belli olmadığından, yazılarımı kaçırmamak için blogumu sağ sütundan Gökkuşağı Dosyası'nı takibe alabilirsiniz. Ya da Facebook sayfamı takip edebilirsiniz. 


Bodrum'dan püfür püfür rüzgarlarla birlikte miss gibi deniz kokusu yolluyorum size!
Herkese süper bir haftasonu dilerim.


6 Ağustos 2014 Çarşamba

Takip Ettiğim Bloglarımı Özledim Ben!!



Keyifle takip ettiğim blogları uzuuun zamandır okuyamadım.
Nedenine gelince, ilk başlarda çok yoğundum.
Kontrol panelimden bloggerların yeni yeni yazıları geçtikçe, "Ahh şunları bir güzel biriktireyim, rahat zamanımda keyifle saydırarak okuyayım." dedim.
Huyum kurusun, yabancı dizileri de biriktirip izlemeye bayılıyorum! :)
Yani aslında her birine kıymet verdiğim için, karambole gelmeden, şööyle çayımla, kahvemle rahatça yayılarak okumak istedğim için böyle oldu.
Ama kaç haftadır bir türlü okumaya fırsat olamadı. Dinlenme vakitlerimde ise kitaplarımı bile genelde hep uykuyla savaşarak okudum. Gündüz, gece fark etmeksizin iki sayfa okuduktan sonra kafam düşer oldu. Temiz hava mı çarptı ne?
Hal böyle olunca, okuyacağım blog yazıları epeyce birikti ve ben şu an onlara başlamak için sabırsızlanıyorum! Hepsini tabii ki bir günde okuyamam ama en eskiden başlayarak - yanında kahvemi de hüpleterek - hepsini teker teker okuyacağım için çok mutluyum.
Evet biriktiler ama benim için koca bir sepet dolusu elma gibi oldular, ne güzel!

Bu arada Bodrum'la ilgili paylaşımlar yaparım demiştim ama çok da fazla dışarılara çıkmadık açıkçası. Genelde hep çalıştık ve de evimizde dinlendik çoğu zaman. Hava ise son günlerde öldürücü
derecede sıcaktı. Hala da öyle. Nem de çok fazla. Bir markete gidip geliyorsun, duşa kendini zor atıyorsun.
Bu nedenle - hiç sevmememe rağmen - yine de yaşasın klima diyorum şu günlerde.

İşte böyle. Bugünden itibaren blog yazılarını saydırmaya başlıyorum, oh ne güzel! Ve artık bu kadar ara verip biriktirmemeye, zamanında okumaya da kararlıyım. Ama önce bir eskileri eriteyim değil mi? :)
Herkese güzel günler dilerim!



2 Ağustos 2014 Cumartesi

Aaa Burası Boooş!


- Hmmm... Bugün cumartesi yazısı yok gibi sanki...
- Evet yaa, koymamış.
- Bu saate kadar yazmadıysa yazmaz herhalde...
- Önceden de geç yayınladığı oluyordu ama... Belki bir ihtimal?
- Yok yahu, bırak allasen, Bodrum modrum iyice cıvıdı bu... 
- Deme öyle yaa, alma kızın günahını.
- Yalan mı? Şuna bak, bir heves geliyoruz yazı okuyacağız diye, fıss. Yazının yerinde yeller esiyor.
- Bir işi çıkmıştır belki.
- İş miş bahane, aval aval denize bakıyodur bu yine.
- Bir iş yetiştirmesi gerekiyormuş diye duydum ama.. Kocasıyla çalışacakmış galiba bugün... 
- Yahu bırak, gelme bu ayaklara, bir saat çalışır, beş saat uyur bu, bilmez miyim... 
- Çok üstüne gidiyosun bence...
- Valla ben bilmem, yazı diye geldim yazı yok, bi daha da gelmem.
- Aman iyi sen git. Ben beklerim bi dahaki cumartesiyi.
- Enayi. Sen bekle daha.
- Hadi yürü git sen, sinirimi bozma. Eylül yazamadıysa sebebi vardır.
- Aman iyi.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...