Sayfalar

28 Haziran 2014 Cumartesi

İki Fırça Boya, Bir Satır Yazı

Koşturduk.
Ve yine koşturduk.
Gece azıcık dinlendik, içtik, gevşedik.
Bugün yine kendimizi tozun, toprağın içinde bulduk.
Amele olmayı sevdik, hatta o kadar sevdik ki evimizdeki iş bir türlü bitemedi. :(
Ama her şeye rağmen insanın evi için bir şeyler yapması, uğraşması çok keyifli.
Hava da bugün bizden yana. Evet çok sıcak ama balkonları boyadığımız bu günde, amele yanığı olacak kadar güneş altında kalmamıza rağmen, püfür püfür estiği için iş işkenceye dönüşmüyor.
Üstelik boya yapmayı zaten çok severim ve mis kokulu bir esintiyle birlikte o beyaz boyayı her sürüşümde çok keyifli bir 'Ege moduna' girdiğimi fark ettim. Bodrum'un beyaz boyalı evlerinin ezelden beri hastasıyım ve şimdi o boyayı kendim yapıyor olmak beni çok tatlı bir psikolojiye soktu. Bir Yunan müziklerim eksik, o da olsa tam olacak.

Tabii bu arada yine - bu blogu açtığımdan beri kimbilir kaçıncı kez - "Eyvaaah yazıyı yazacaktım!!" diye yerimde zıpladım. Üstelik gün içinde kaç kere aklıma geldi, dur sonra, dur şimdi değil diye diye, hepten aklımdan çıkmış.
Dün yazamamıştım, bugün de hiç vaktim olamadı. Ama yine de böyle de olsa bir ses vereyim dedim.
Amele hayatımızdan birkaç fotoğraf da ekliyorum ve hemen kaçıyorum.
2. katlar bizi bekler!





















26 Haziran 2014 Perşembe

Çılgın İkili | Karamel ve Faik


Şu anda yazı yazmak için değil, yukarıdaki fotoğrafı paylaşmak için buradayım. :) Annemin yakaladığı bu kareye hasta oldum çünkü.
Öndeki şebek annemin Karamel'i.
Arkadaki dingil ise bizim Faik. 
Ve sofrada annemden yemek isteme (dilenme desek daha doğru gerçi) modundalar.
Ve sizleri tüm sevimlilikleriyle selamlıyorlar!



21 Haziran 2014 Cumartesi

Yine Yeniden Bodrum


İşte geldik, buradayız.
Biz yine Bodrum'dayız.
Uzun yıllardır, yazları - öncelikle benim el sanatları işimden dolayı - tüm pılımızı pırtımızı toparlayıp Bodrum'a taşınıyorduk. Ben o işi bitirdikten sonra da düzen devam etti, çünkü zaten evden çalıştığımız için yazları İstanbul'da kalmamızın anlamı yoktu.
Bir tek geçen sene, kocam yaz boyunca ofiste çalıştığı için şehirde kalmak zorunda kaldık.
Ama bu sene yine eski düzenimizdeyiz ve hal böyle olunca, birkaç haftalık bir hazırlık süreci sonunda dün nihayet yazı geçirmek üzere Bodrum'a attık kendimizi.
Bazılarınızın "Oh ohh ne şanslısınız", "Bak sen şunlardaki keyfe!" dediğinizi duyar gibi oluyorum. :) Çünkü arkadaşlarım hep bunu diyorlar.
Ama sonra ben dört ay kaldığım Bodrum'dan neredeyse beyaza yakın dönünce "Aaa sen o kadar kaldın niye hiç yanmadııın?" diye şaşırıyorlar.
Çünkü sevgili arkadaşlarım, ben buraya dört ay tatil yapmaya gelmiyorum. Siz nasıl orada, çalışıyorsanız, biz de burada çalışıyoruz. Sadece ev değiştirerek, buradaki evimize yerleşiyoruz. Yine yoğunuz, yine tempoluyuz, yine aynıyız yani.
7/24 yayılıp, tatil modunda dinlenmek diye bir şey yok, nasıl olsun zaten bu yaşta, emekliler gibi.:)
Kocamın bütün bilgisayar ve ekipmanları hassas oldukları için arabaya yüklendi, benim malzemelerim ise koliye doldurulup ambara verildi. Yani iş-güç burada da devam.

Ama evet burada olmak güzel. Hem de çok güzel, bunu inkar etmem, nankörlük de yapmam asla. Aşkım Ege'nin havası, suyu, kokusu bambaşka çünkü. Denize yakın olmak, gündüz çalışıp, akşamında suya dalabilmek, İstanbul'un yapış yapış sıcağından kurtulmak, sevgili Bodrum'un güzelliklerine yakın olmak, tatil yapan binlerce insanın içinde tatil havasını solumak, taze sebze-meyvelere doymak, canın istediği anda kendini turist moduna sokabilmek, her şeyin ötesinde, yazlıkçı ruhunu yaşayabilmek çok güzel. 
Ve ayrıca, ben buralara aşığım. Ben buraları koklayınca kendimi buluyorum, dinginleşiyorum. En büyük şansın da bu olduğunu düşünüyorum. 
Yani aslında yazın biz burada iş ve keyfin harmanını yaşıyoruz ve ben bu harmanın "keyif" kısmından kesitler sunacağım size fırsat buldukça.
Bazen cumartesi yazısı olarak, bazen de tamamen bağımsız paylaşımlar olarak.
Yani Bodrum sürecimizden, kısa kısa bile olsa bolca yazı çıkartmayı planlıyorum kısmetse.

Ama şimdilik kaçıyorum. Mayıs ayında yarım bıraktığımız tadilatımızın ıvır zıvırına koşturuyoruz çünkü. Hatta şu anda yapı marketten yazıyorum, kocam malzeme peşinde koşarken, ben bulduğum bir sandalyeye çöktüm ve bu yazıyı döşeniyorum. :))
Bir hafta boyunca annemde kalacağız, iki köpeğimiz ve olanca karambolümüzle çekirge sürüsü gibi çöreklendik kadıncağızın başına.:)) 
Daha bavulları bile açmadık, çok iş var çok.
Ve hala lafı uzatıyor da uzatıyorum.
Aileden gelen gevezelik geni, ne yaparsın!

Herkese harika bir haftasonu diliyorum.
Bu pazartesi belki Tatlı Pazartesi olmayabilir, şimdiden söyleyeyim.
Olursa süpriz olsun.
En kısa zamanda görüşmek üzere!










16 Haziran 2014 Pazartesi

Tatlı Pazartesi | Joy Campbell 2


Herkese merhaba!
Bundan beş ay önce, hayvanları son derece esprili ve keyifli bir şekilde resmeden Joy Campbell'ın resimlerini paylaşmıştım bu Tatlı Pazartesi'de.. Ve bu serinin ikincisini yapacağımı yazmıştım.
İşte o gün bugün.
Haftaya keyifle, mutlulukla, cıvıl cıvıl başlamak için sizleri Joy Campbell 2 ile başbaşa bırakıyorum.
Ressamın web sitesi ve tüm çalışmaları için buraya ve buraya bakabilirsiniz.
Herkese harika bir hafta dilerim!


14 Haziran 2014 Cumartesi

Tempo Tempo!



Şu son dört-beş gündür, deyim yerindeyse, it gibi çalışıyorum. Pazartesi günü baskıya verilecek bir işe kapandım. (Bu iş her şeyiyle bitince sizlerle de payşacağım, keyifli ürünler geliyor ama biraz daha zamanı var.)
Neyse. Bu çalışma sürecinde bir şeyi iyice anladım: Ben gündüzleri çalışamıyorum!
Kendimi bildim bileli, "Ben sadece geceleri çalışabilirim." diyen kişilere dudak büküp, "Yoook, geceleri benim kafam dolu oluyor, ancak gündüzün tazeliği ve dinçliği ile çalışabilirim." diye cevap veriyordum. Yalan da değildi, gerçekten durumum buydu.
Ama artık şartların değiştiğini kabul etmek zorundayım sanırım.
İki tüylü çocuğum ve bir kocam var ve en önemlisi evde çalışıyorum.
İçi suyla dolup, dolup, dolup çizgi film vari şişen bir pet şişe gibiyim, şartlar zorluyor, gündüz çalışmakta gerçekten zorlanıyorum!
Evet kafam daha dinç ama evde sürekli bir sorumluluğum oluyor. Delimtrak itlerim bazen uslu uslu yatıyorlar ama bazen de tepiş tepiş bir moda geçiyorlar. Faik Mısır'ın tepesinde, önden kulaklarını, arkadan topişlerini ısırmaya çalışıyor, zavallı oğlum "Öyyyk" diye bağırıyor, ben Faik'e kızmak için odadan fırlıyorum, yani dağılıyorum. Sonra beslenmeleri var, çişe çıkmaları var. Bizim öğlen ne yenecek, ara öğünde ne yenecek derdimiz var.
Hoş, bu konuda kocamın hakkını asla yiyemem, inanılmaz anlayışlıdır. Yoğun çalışma tempomda, "Kusura bakma tatlım, yemek yok" derim, dert etmediği gibi, ya kendi yapar ya dışarıdan alır, beni yükten kurtarır.
Ama sadece yemekle bitmiyor, dediğim gibi evde hep bir telaş, illa ki bir 'yapılması gerekenler' oluyor. 
İşte bu yüzden son günlerde fark ettim ki gündüzleri ancak birkaç arpa boyu yol alabiliyorum.
Ne zaman gece oluyor, yemek yeme, çocukların (kocam tarafından bile olsa) çıkartılması, yedirilmesi, sofra kalkması vs.. işleri bitiriyor, işte o zaman atölyeme kapanıp -kahve üstüne kahve saydırarak ama odaklanabilmiş halde - çalışabiliyorum.
Peki bu durumdan memnun muyum?
Çalışma verimi olarak evet. Özel hayatımı yaşabilmek açısından hayır.
Çünkü hem gündüzüm, hem gecem gidiyor!
Geceleri iyi çalışıyorum, bari gündüzleri dinleneyim desem hadi neyse ama bütün günüm bir "çalışmaya çalışma" debelenmesiyle geçiyor.
Ayrıca, geceleri karı-koca geçirdiğimiz kıymetli vakitlerden mahrum kalıyoruz. Her ne kadar sık sık birbirimizin odasını ziyaret edip, meyvelerle, sarılmalarla ve küçük öpücüklerle birbirimize iyi gelsek de, insan birlikte şööyle rahat rahat uzanıp saatlerce takılmayı özlüyor.
İşte o anda, günlük hayatındaki en basit ve sıradan aktivitelerin aslında ne kadar kıymetli olduğunu yeniden idrak ediyorsun. (Dannk sesi.)
Koca yan odada. Kanepe salonda. Sen kendi odanda, bilgisayar başındasın. Ve o muhteşem EGK'yi yani "Eylül-Gökhan-Kanepe" üçlüsünü oluşturamıyorsun. Bir kol uzatma mesafesi kadar yakın ama ı-ıh. Çünkü işinin ACİLEN BİTMESİ GEREK!
Gündüz harala güreleyle geçmiş, e mecburen gece çalışacaksın.
Pof!
Neyse ki çalışma rutinim bu değil. Zaten çalışma rutinimizin özel hayatımızı temelli ezmesine hiç izin vermedik, asla da vermeyiz. Ancak böyle dönemsel 'kapanmalar' oluyor ve onlar da dediğim gibi, aslında bazı şeylerin ne kadar değerli olduğunu iyice anlamamızı sağlıyor.

.. Nil Karaibrahimgil'e Teşekkürler:) ..

Bugün cumartesi ve bir ohh diyebildim. İşlerim tam olarak bitmedi ama gördüğünüz üzere rahat rahat cumartesi yazımı yazabilecek kadar hafifledim. Köpeklerimle daha çok oynayabilir, yemeğimi boğazıma düğümlenircesine hızlı hızlı tıkınmadan rahatça yiyebilirim ve kanepeye yayılıp güzel bir film izleyebilirim bu gece.
Bu arada hani derler ya, special thanks to bilmemkim diye.
Şu birkaç günlük süreçte tatlılığını, yemeklerini, meyve ve çaylarını esirgemeyen canım kocam dışında, bir de Nil Karaibrahimgil'e teşekkür etmek istiyorum.:)))
Ne alaka diyorsunuz tabii.
Çalma listemde olup da, birkaç parçası hariç hiç dinlemediğim bir albümü vardı. Sanırım Nil Fm adında.
Çalışırken çöktüğüm bir anda canlılık versin, motive etsin diye "Bronzlaşmak" isimli parçasını açtım. "Ben bu yaz bronzlaşmaaaak, kendimle uzlaşmaaaak, yer yer yozlaşmaaaak...." bıdı bıdı diye bağrınan bu şarkıyı dinledikten sonra keyiflendim ve çorap söküğü gibi gerisi geldi.
Albüme dadandım.
Pis bir huyum vardır, hatta Tekrarcı mısın, Tekçi mi? adlı yazımda da anlatmıştım. Bir parçaya bir dadandım mı, yirmi kere, otuz kere art arda dinleyebilirim, bıkmam. (Kocama ise iki dinlemeden sonra fenalık gelir, o yüzden artık kulaklık kullanıyorum.:)
Neyse, bu albüme de fena musallat oldum. Arada birkaç kere başka şeyler dinlemiş olsam da, çalışma sürecimin yüzde sekseninde, ruhumu bunaltan iki şarkıyı atlayarak, Nil Fm dinledim diyebilirim.
Nasıl iyi geldi, nasıl.
Hatta bir ara hızımı alamadım, kulağımda kulaklık, ayağa kalkıp dans etmeye başladım. Bir elimde de tahta kaşıngaç (sırt kaşıma şeysi), onu da mikrofon niyetine tutuyorum sanırsam. Müzik kulağımda bangır bangır, ben kendimden geçmişim. O anda baktım perdem hafifçe dalgalandı, sonra duruldu. Ve bunun 15-20 saniye sonrasında, amanın oda ne? Kocam kapımın kenarına yaslanmış, tatlı tatlı gülümseyerek beni seyrediyor!
Ay ayy ayyy!!! 
Adam karısının odada yoğuuuuun şekilde çalıştığını sanırken bir de ne görsün, hatun gözlerini kapamış dans ediyor ve de üstelik on dörtlük ergenler gibi bir kaşıngacı mikrofon yapmış olarak!
"Rezil olduuuum, rezil olduuum, niye pat diye giriyorsun aşkııım, ayyy çok fena, çok utandım" diyerek kaçıp, tesbih böceği gibi büzülerek kendimi yatağa attım!
Ama o, beni bastığı:) o halimi çok sevimli bulmuş oysa, neden rezil olduğumu düşündüğümü bir türlü anlayamadı. Karı-koca olarak günlük özel hayatımızda bizde şebekliğin biri bin paradır ama tabii o beni, kendi 'özel şebeklik anımda' yakaladığı için kıpkırmızı oldum. Ama sonra bu duruma kahkahalarla güldük, böylece Nil sayesinde keyifli bir mola da vermiş oldum. Hem bunun için, hem de sıkı tempomda bana eşlik edip canlılık verdiği için kendisine çok teşekkür ediyoruuuum!

Şimdi kaçma vakti. Evet cumartesi yazımı yazmam için vakit ayırdım kendime ama bu, yazı yazma bahanesiyle pide gibi yayılma lüksü vermiyor bana.
Yapacak çok şey var hala. 
Bana kolay gelsin.
Herkese rengarenk, çok tatlı bir haftasonu dilerim. ;)


9 Haziran 2014 Pazartesi

Tatlı Pazartesi | EVLER


Merhabalar!
Bu hafta Tatlı Pazartesi'nin konuğu; Pinterest'ten topladığım birbirinden ilginç, güzel, uçuk, keyifli EVLER.
Bir kısmını önceden toplamıştım, onlarla bir Tatlı Pazartesi yapsam diye bakınırken hızımı alamadım, çok daha fazlasını pinledim. Houses panomu takip etmek için buraya , bütün panolarımı ziyaret etmek için de buraya tıklayabilirsiniz.
Topladığım evlerin hepsi beğendiğim evler değil. İçlerinde bayıldığım, "Burada on ömür yaşardım." dediğim evler olduğu kadar, hiç ısınamadığım, "Bedava verseler oturmak istemezdim." dediğim evler de var. Kimisi çok ilginç ama iş oturmaya gelince dudak bükebilirim, kimisi için ölebilirim ama bir ömür çalışsam alamayabilirim.:) 
Kimisi sıradan, kimisi sevimsiz, kimisi şirin ve tatlı, kimisi karizmatik ve çılgın... 
Ama sonuçta hepsi ev ve ben evlere bayılırım!
Eminim sizin de "Ahh şu benim olsaydı!" dediğiniz en azından birkaç tane olacaktır, haksız mıyım?  ;)
Bu arada dedim ya hızımı alamadım diye, mutlaka Evler 2'yi de yapacağım fırsat bulduğumda.

Hepimize, hayallerimize sınır koymadığımız, umutla dolup taştığımız bir yeni hafta diliyorum! 



8 Haziran 2014 Pazar

Pamuk Şeker ve Hayatımın İlk Küfürü



Hayatında ettiği ilk küfürü hatırlayan var mı?
"Aa ne ayıp şey, ben hayatımda hiç küfretmedim" diyenleri kenara alayım, biz yazıya normal arkadaşlarla devam edelim.:)

Ben hayatımın ilk küfürünü hatırlıyorum. Bu mevzu aile içinde o kadar konuşuldu ve o kadar gülmece konusu oldu ki, unutmama imkan yok.
Çünkü ben ilk küfürümü beş yaşımda etmişim. Hem de hiç tanımadığım birinin yüzüne!

Yer, Marmara Adası. Yıllardan 1984. Annem, annemin arkadaşı, onun kızı ve anneannem ile tatildeyiz.
Gündüzleri denize, plaja gidiyoruz, annelerimiz keyif yaparken biz küçük çocuklar oynayıp coşuyoruz. Akşamları da sahile iniliyor, yemek yeniyor, geziliyor. Biz çocuklar tabii ki dondurmaydı, abur cuburdu diye tutturuyoruz ve bunlardan bolca aldırıyoruz.
Ancak tüm yalvarmalarımıza rağmen yiyemediğiz bir şey var: Pamuk şeker!
Çünkü pamuk şekerler maviye ve pembeye boyanıyor, biz tabii ki bu renkli hallerine bayılıyoruz ama sevgili anneannem boyalı oldukları için yememize kesinlikle izin vermiyor. 
Bize alması için tek bir şartı var; pamuk şekerlerin boyasız, yani beyaz olması. 

Bir gün yine denizden dönerken uzaktan bakıyoruz, aman da aman o da ne? 
Pamuk şekerler bembeyaz! 
Mutluluktan havalara uçuyoruz ve tabii hemen bizimkilerin eteklerine yapışıyoruz.
"Tamam" diyorlar, "Ama önce duşumuzu alıp giyinelim, sonra çıkar alırız."
Sevinç içinde odamıza dönüyoruz, hazırlanıyoruz ve sevgili pamuk şekerlerimize kavuşmak üzere hepberaber tekrar dışarıya çıkıyoruz.

Ama uça koşa çarşıya doğru ilerlerken uzaktan gördüğümüz manzara karşısında şok oluyoruz.
Pamuk şekerler yine pembe, yine mavi ve üstelik aralarında bir tane bile beyaz yok!
Biz daha ne olduğumuzu bile anlayamadan anneannem küfürü basıyor, "Acele boyamış pezevenk herif!" diye.
Ve boyanmış oldukları için de bize şeker alamayacağını söylüyor.
Bir çocuk için ne büyük hayal kırıklığı olduğunu düşünebiliyor musunuz? Üstelik uzun bir bekleyişten sonra kavuşmana ramak kalmış o bembeyaz şekerlere. Ama hayır, yiyemiyorsun. Belki de dakika farkıyla kaçırıyorsun. Çünkü adam onları yine boyamış, boyamış, boyamış!
İşte o anda o kadar üzülüyorum ve o kadar kızıp bozuluyorum ki bu duruma, annemin elinden kopup koşa koşa kendimi, hayallerimi çalan şekercinin yanına zor atıyorum.
Minicik boylu, minicik elbiseli, sapsarı saçlı, şirin mi şirin bir kız çocuğu olarak adamın karşısına dikiliyorum ve bağıra bağıra aynen şöyle söylüyorum:

" Acele boyamışsın pezevenk heyif!"

İşte benim ağzımın bozulduğu an.
Hışmımdan ve ilk küfürümden nasibini alan zavallı şekerci amca şaşkın, "Ne diyor bu velet?!" yüz ifadesiyle bizimkilere bakıyor. Annemler şaşkına dönüyorlar ve önce mahçup olup, sonra kahkahayı basıyolar.
Şekerci amca da başlıyor gülmeye.
Nasıl gülmesinler, kutu bebeği gibi bir kız çocuğu ve ağzından çıkan lafa bak!
Akıllara zarar.

Biz o tatilde pamuk şeker yiyemedik belki ama şimdi dönüp baktığımda, iyi ki boyamış "pezevenk heyif" diyorum.:)
İyi ki boyamış ve  bize de hatırlayıp gülecek böyle sevimli bir anı kalmış.

2 Haziran 2014 Pazartesi

Tatlı Pazartesi | Isidro Ferrer


Bu hafta Tatlı Pazartesi'nin tatlısı, çalışmalarıyla tam anlamıyla ruhuma dokunan, beni çok heyecanlandıran 1963 doğumlu İspanyol grafik tasarımcı ve illüstratör: Isidro Ferrer.
Kariyerine oyuncu olarak başlayıp, bir kaza sonucu bunu bırakmak zorunda kalan, bundan sonra  ise tasarım hayatına adım atan ve ünlü İspanyol tasarımcı Peret ile çalıştıktan sonra hayatında yepyeni bir döneme giren Isidro Ferrer'in aynı zamanda otuzdan fazla kitabı bulunuyor.
Afişleri başta olmak üzere tüm çalışmaları benim tasarımcı ruhuma çok fazla hitap ediyor.
Buraya bütün çalışmalarını koyamama imkan yok. Merak edenler için çok daha fazlası sanatçının web sitesinde.
 Zihninizin keyifle çalıştığı, yaratıcılığınızın sınır tanımadığı bir hafta dilerim. :)


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...