Sayfalar

17 Mayıs 2019 Cuma

Hepimiz Birisinin Hikayesindeki Kötü Kişiyiz






























Bugün Pinterest'te gezerken karşıma bu cümle çıktı.

"Hepimiz, birisinin hikayesindeki kötü kişiyiz."

Vay. 
Ne kadar doğru değil mi?
Aksini iddia edecek olan çıkar mı? Bilmem, belki çıkar.
Ama ben de ona sorarım;
"Nereden biliyorsun?"

Onca yıllık ömrümüzde kim için ne ifade etmiş olduğumuzu, kimin hayatına farkında bile olmadan ne şekilde etki etmiş olduğumuzu ya da insanların bizimle ilgili duygularını belirtirken ne derece dürüst olduklarını tam olarak nasıl bilebiliriz ki?

O zaman, bu cümle hepimiz için geçerli olabilir elbette.

Ben şahsen kötü bir insan olmadığımı ve hayatımda hiçbir adımımı kötü niyetle atmadığımı biliyorum ama diğer yandan bazı kişilerin hikayesinin kötü kişisi olduğumu da biliyorum mesela.

Çünkü hayat görecelerle dolu. 

Hiçbirimiz tek kalıptan çıkmadık.
Şiddet, vahşet, empati yoksunluğu ve kötü niyet gibi durumların haricinde, hayatta kesinlikle tek doğru yok. Çünkü tek düşünce yapısı yok, çok şükür ki.

Bu durumda, yaptığımız çok güzel bir şeyin bile başkasının hayatında kötü kişi haline gelmemize neden olması işten bile değil. O zaman da hemen şu soru geliyor:

"Kötü kişi kime göre, neye göre?"

Artık sinema filmlerinin senaryolarında bile kahraman olgusu değişti.  Eskiden neresinden bakarsan bak bir gram hata bulamadığın, fiziksel ya da davranışsal açıdan yüzde yüz kusursuz (!) olan fabrika çıkış  başroller yerlerini, evet iyi kalpli ama diğer yandan zaafları ve hataları da olabilen karakterlere bıraktı. 
Hatta ne kadar sıkça görüyoruz ki, senaryonun kötü karakterleri eskiden neresinden tutsan elinde kalan  süzme pislikler iken, artık yer yer kalplerindeki iyi yanı ortaya çıkararak bizleri şaşırtıp düşündüren kişiler olarak karşımıza çıkıyorlar.

Çünkü izleyici doğallık, gerçekçilik arıyor artık. Kendi çevresinde su katılmamış mükemmellikte biri var mı ki, hatta kendisi öyle mi ki, filmdeki adama inansın?

Demek ki gerçek bu. Gerçek olan hiçbirimizin mükemmel olmadığı.
Bizler bunca rengi, düşünceyi, arzuyu, hayali farklı farklı içimizde barındıran milyonlarca kişiyken, mükemmelliğin aslında koca bir sanrıdan ibaret olduğu ve onu yakalamaya çalışırken insanların nasıl da gerçek hayattan koptuğu...

Eğer içinde yaşadığın dünyaya, birlikte yaşadığın canlılara bile isteye kötü davranmıyorsan, iftira atmıyorsan, dedikodu yapmıyorsan, hak yemiyorsan, vicdanlı, merhametli, dürüst, anlayışlı bir kişiysen ya da olmaya çabalıyorsan, iyi bir hamurun, temelin var demektir.

Ondan gerisi ise herkese göre değişir, hatta değişmelidir, yargılamaya ve kınamaya kapalıdır diye düşünüyorum. Ve başkalarını eleştirip yargılama üzerine hayatını kurmuş kişilerin de ne yazık ki kendi hayatlarında çok mutsuz olup, etrafa sarmaktan başka yapacak bir şey bulamadıklarına inanıyorum.

O nedenle, eğer herhangi bir kişinin hikayesinde kötü kişi olmuşsak bile şunu sormak lazım:

"Bu neden oldu? Kötü niyetli olduğum için mi? Yoksa sadece kendim olduğum için mi?"

İkincisiyse sorun yok çünkü emin olun ki, kendisi olarak bir kişinin hayatında kötü kişi olmuş olan insan,
bin kişinin hayatında da pırlanta olmuştur belki de.



14 Mayıs 2019 Salı

Açın Halinden Anlamak (!)



























Hayatım boyunca insanların saf ve temiz duygularına, inançlarına saygı duyan bir insan oldum.
Diğer yandan yine hayatım boyunca çelişkilerden, bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu durumlarından rahatsız oldum.

Gerek aile yapımdan gerekse kendi hamurumdan, hayatım hep sormak, merak etmek ve bir şeyleri didiklemekle, "Ee bu böyleyse, peki şu niye öyle o zaman?" demekle geçti.
Yeri geldi tatmin edici cevaplar aldım, ama yeri geldi ta çocukluğumdan beri sorduğum bazı soruların karşılığını hala bulamadım.

Ve böyle böyle yine bir ramazan ayı geldi. Ne yazık ki pek çok çelişkiyle kafamın meşgul olduğu ay.

Şimdi diyeceksiniz ki, "Ee ramazan geldiyse ne olmuş, oruç tutanlarla derdin mi var?"

Tabii ki yok. Hiçbir zaman da olmadı. İnancını iyi niyetle, sevgiyle, gerçek bir merhamet duygusuyla yaşayan kişilerle derdim olması için deli olmam lazım zaten.

Diğer yandan bu ay içinde beni çokça rahatsız eden durumlar da yok mu, var. 

İnsanlara neden oruç tuttukları sorulduğunda çoğunlukla verilen cevaplardan biri şudur: "Açın halinden anlamak için."

Güzel. 
Çünkü kendi hayatlarımızın dinamiğine kendimizi kaptırıp, kendi gerçeklerimizi dünyanın ya da toplumumuzun gerçekleri sanarak empati yapmayı unuttuğumuz zamanlar olabiliyor ve bir şeylerin bize bunu hatırlatmaya vesile olması iyi bir şey. Ama gerçekten hatırlatabiliyorsa.

Çünkü ben ne yazık ki yıllardır bunun tam tersi durumları gözlemliyorum ve içim acıyor.

Adam bütün gün oruç tutuyor, aç kalıyor, açın halinden anladığını düşünüyor ve akşam iftarda öyle muhteşem bir sofraya oturuyor ki, kuş sütü eksik.
Kaldı ki, akşam böylesi bir ziyafet çekeceğini bilerek aç kalmak çok da zor olmasa gerek, o lezzetli menünün hayali de eminim aç kalınan saatlerin sıkıntısını hafifletiyordur.

Peki soralım o zaman, gerçekten fakir ve aç olan insanların kaç tanesi gün boyu aç kaldıktan sonra böyle mükellef sofralara oturabiliyor? Mükellefi de geçtim, kaç tanesi ağzına atacak bir lokma bulabiliyor?
Saatlerle sınırlı bir açlık geçirip, ardından tabak tabak yemeklere kavuşan bir kişi mi anlayacak, günlerce hatta haftalarca boğazından iki lokmayı zor geçiren, bir sonraki yemeğini ne zaman yiyeceğini, o akşam evladını doyurup doyuramayacağını bile bilemeyen bir insanın halini?

Süresiz açlık çeken bir insanın acısını, sekiz on saat boş kalan mide ile deneyimlemek mümkün mü?
Ezan okunduktan sonra başına çökülen kepapları götürdükten sonra, bugün de açın halinden anladım diyebilir mi bir insan, demeye hakkı var mıdır?

Diğer mevzu, oruç tutan bazı kişilerin, oruç tutmayan ve açık alanda yemek yiyen kişilere rahatsız edici, kınayan bakışlar fırlatması.
Bunun sebebi eğer "Sen nasıl oruç tutmazsın?!" kafasıysa; düşünce, inanç ve davranış özgürlüğü nedir bilmeyen insana zaten lafım yok.

Ama bir de, "Dışarıda yemeyin, oruçluların canı çeker." mantığında olanlar var.

Oruçluların canı çekermiş!

Akşam iftar sofrasına oturacak olan oruçluların. 
Akşam karnının bir güzel doyacağını biliyor olan oruçluların.
Açın halinden anlamaya çalışan (!) oruçluların.

Bu durumda, yani oruçluyken başkalarının yemek yiyor olduğunu görmek, o açın halinden anlamaya çalışmak açısından çok faydalı bir şey değil mi o zaman?

On bir ay boyunca sokaklarda, mekanların dış masalarında mis gibi kokular yaya yaya yemek yerken, yanımızdan yöremizden geçip de imrenen, o yemeği asla yiyemeyecek olan ve bizim farkına bile varmadığımız o insanları aslında nasıl özendirdiğimizi fark etmek açısından bir fırsat değil mi bu?

Diğer yandan oruç tutmak nefsi sınamak değil mi? 
O zaman insanlar tabii ki senin çevrende yiyecek, içecek, kokutacak hatta imrendirecek seni ki, anlayacaksın sen yerken gerçek açların nasıl özendiğini, içlerinin gittiğini.
İşte o noktada başlayacak empati süreci, diğerinin halinden anlama duygusu ve diyeceksin ki, "Bak nasıl da zormuş açken tokları izlemek, kokuları duymak. Üstelik ben birkaç saat sonra karnımı doyurabileceğim. Onlar ne yapsın?"

Bir de çadır fırsatçıları var ki, kimse kusura bakmasın, onları bir kaşık suda boğasım var.
Cebinde yemek alabilecek parası olmasına rağmen, sırf bedava mezar bulsa atlayacak kafada olduğundan, ramazan çadırı kuyruklarına girenler.
O çadırlar senin için kurulmuyor arkadaşım, gerçekten fakir olan, yemek yiyecek parası olmayanlar için kuruluyor.
Ama sen sırf nerede beleş oraya yerleş dediğin için, çoğu zaman gerçek açlara iki tanecik fasülye bile kalmıyor. Tebrikler. Bütün gün aç kaldın, açın halinden anladın, sonra gidip o açın rızkını da yedin, bravo. İbadetimi yaptım diye huzurla yastığa başını koyarsın artık bu gece.


Ve gelelim en yaman çelişkiye.
Şu dünyada yaşayan, yaşamaya hakkı olan tek canlının ve böylelikle de açlık çeken tek varlığın insan olduğunu düşünenlere.

Bizler gibi bir mideye sahip olup, o mide boş kaldığında en az bizler kadar acı çeken, çocuklarını beslemesi gereken, hava şartlarından, açlıktan, susuzluktan kıvranan, hatta ölen, üstelik derdini bile anlatamayan başka canlıların varlığını görmezden gelenlere.

Sokağa konulan mamaları şikayet eden, bir tekmeyle savurup dağıtan, suları devirip döken,
Allah'ın yarattığı canın rızkını elinden alan, onun gece aç yatmasına, bebelerine bir lokma götürememesine, açlıktan can çekişmesine sebep olan ama ramazanda açın halinden anlamak için oruç tutan ve bu orucun kabul olacağını zannedenlere...
Hey yavrum.

Hadi şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve bir düşünün bakalım.

İçinde gerçek iyiliği taşıyan bütün güzel insanların, saf ve temiz duygularla gerçekleştirdiği ibadetlerin kabul olmasını tüm kalbimle dilerim.

Diğerlerine gelince.

Sen yılın on bir ayı vicdandan, empatiden yoksun yaşıyorsan, insan ya da hayvan fark etmeksizin yaradanın yarattığına zulm ediyorsan ya da görmezden geliyorsan,
bir ay aç kalmışsın ne yazar, kalmamışsın ne yazar kardeşim?



9 Mayıs 2019 Perşembe

Her Gencin Rüyası: UZUN SÜRELİ SCHENGEN VİZESİ - 2 -


























Muhteşem 'Uzun süreli Schengen vizesi alma' taktiklerimin ikinci bölümü ile karşındayım! Bu yazıyı okumadan önce lütfen BİRİNCİ YAZIYI oku.
Vize sadakatinden, aracımın defalarca beni nasıl kurtardığından, hesapta bulunması gereken paralardan ve daha birçoğundan o yazıda bahsettim. 
...

Okuyup geldin mi?
Aferin.

Hadi şimdi kaldığımız yerden devam edelim.


... MAZERETİN OLABİLİR AMA SONRA ASABİYET YAPMA! ...

Bu vereceğim örnek bir arkadaşımızın başına geldi. Pasaportu uzun soluklu vizelerle dolu olan bu arkadaşımız, en son aldığı uzun ve multi girişli vizeyi hiç kullanmıyor. Yani, başvuru yaptığı ülkeye gidemediği gibi, vizesinin geçerlilik süresince başka bir ülkeye de giriş yapmıyor. Ve sonra ne oluyor, bir sonraki başvurusunda çıkan vize şaka gibi: 
15 gün, tek girişli! 

Yani meali: "Kardeşim sen vize istiyorsun, veriyoruz üstelik çok girişli ama hiç kullanmıyorsun, demek ki ihtiyacın yok!" 

Kabus! 
Yani nedir, sonradan küplere binmemek için, o vizeyi kul-la-na-cak-sın!

Geçen sene bir iş gezisi için İngiltere vizesine başvurdum. Ama her türlü vize masrafını, beni gönderecek olan şirket karşıladı, hem de vip başvuru ile. Bu arada İngiltere evraklarını toparlamak çok zahmetli, Schengen'i mumla aratır, o günlerde saçlarım ağarmadıysa artık biliyorum ki hiçbir zaman ağarmayacak! Neyse, sonuçta vizem çıktı, harika. Ama hoop birkaç gün sonra etkinlik, dolayısıyla da gezi iptal olmadı mı! Valla oldu. Vize cepte tamam ama uçak ve otel rezervasyonları da tabii sizlere ömür!

Oturdum düşündüm, bu vize zaten pahalı, sağolsunlar karşıladılar. Şimdi gitsem her şeyi ben karşılayacağım, gitmesem sicilim lekelenecek. Ha tabii ki iş iptal odu diye dilekçe verebilirim bir sonrakinde, sonuçta benim suçum değil. Ama yine de riske atmak istemedim ve tamam biraz da Londra için heves yapmış olabilirim. :) Velhasıl, sağ omzumdaki diyor ki b.k yeme otur, solumdaki diyor ki, hadi kalk gidelim! 
Sonucu tahmin ettiğinizden eminim. :)

Şimdi en azından aldığım vizeyi kullandığım için içim rahat. Çünkü bu adamların işi ne olur ne olmaz, hiiiç belli olmaz!


























... REZERVASYON MESELELERİ ...

Bu konuda en çok merak edilen konu şu: "Ödeme yapmadan, sadece uçak/otel  rezervasyonlarımı yapsam, vizede sorun çıkar mı?"

Öncelikle ben bu konuda bilirkişi değilim ama ülkeden ülkeye bu durumların değişebileceğini biliyorum. Mesela aracım, ödenmemiş uçak rezervasyonlarını İtalya'nın sorun etmediğini söylemişti.  Aynı şekilde konaklama için de geçerli. Ama bu iki arkadaş birbiriyle mutlaka tutarlı olacak! Yani eğer 5-10 Ağustos arasını kapsayan konaklama rezervasyonun varsa, uçak biletinin gidiş-dönüş tarihleri de 5-10 Ağustos olmak zorunda. Bir gün eksik, bir gün fazla değil, aman ha! Sen istiyorsan daha fazla kal, ama başvuruda bu tarihler birebir birbirini tutmalı! Demedi deme.

Ben şimdiye kadarki tüm vizelerime satın alınmış/ödenmiş uçuş ve konaklama belgeleriyle başvurmuştum ama bu son başvurumda uçuşum satın alınmıştı evet, ancak konaklamam iptal hakkı bulunan, parası ödenmemiş rezervasyon şeklindeydi. Ve hiçbir sorun çıkmadı.

Ha ama sen sen ol, "Ayy vizem çıktı yaşasııınn" diye eteklerini (erkekler için pantolon paçası da olur) savururken, o göstermelik yaptığın rezervasyonları da iptal etmeyi sakın unutma! 
Hatta, mümkünse iptal tarihin için  alarm falan kur, unutulması ve konaklamayacağın mekanın parasının haşırt diye kartından çekilmesi çok hoş bir manzara olmaz, emin ol. :)


... MULTI'Yİ HAKKIYLA KULLANMAK ...

Soru şu: "Multi (çok girişli) verilen vizeyi gerçekten çok girişli olarak kullanmak uzun vize almak için bir artı mı?"

Bu konuda çok rivayet dönüyor. Herkes başka bir şey söylüyor. Bunu aracıma sorduğumda bana, "En önemlisi doğru kullanmak, sen hep doğru kullanıyorsun. ." demişti. Önceki yazıda bahsettiğim sadakat meselesi yani.

Ben kendi adıma şimdiye kadar aldığım hiçbir vizeyi tek ülke girişli olarak kullanmadım. Elimden geldiğince giriş-çıkış yaptım. Bu bazen uzunca seyahatler, bazen de  bir-iki günlük hatta günübirlik geziler şeklinde oldu ama oldu sonuçta. 

Bunun uzun vize almama etkisi olmuş mudur, jelibonlarımın gözünde "Bu kızın kıyın kıyın yanaşıp  bizim ülkeye kapağı atmak gibi bir derdi yok, tamam bizi çok seviyor ama asıl gezmeyi seviyor, belli!" imajı çizmiş miyimdir bilemiyorum ama ben multinin hakkını vermeye çalışanlardanım, orası bir gerçek. Artısı var mıdır bilmiyorum ama eksisi olmayacağı kesin!

Diğer yandan cebinde bir multi vizenin olması, mesela Bodrum tatili yaparken sabahtan feribota atlayıp Yunan adasına gidip akşam dönebilmek gibi hoşluklar sağlıyor. Tabii pasaportun yanındaysa! 


... ŞAŞKINLIĞA YER YOK ...

Bu belki de en başta değinmem gereken konuydu ama sıkıntı yok, nasılsa hepsini okuyorsun değil mi canım kardeşim?:)

Şimdi eline bir kağıt-kalem alıyorsun ve bin kere şu cümleyi yazıyorsun:
"Evraklarım tam ve doğru olacak.... Evraklarım tam ve doğru olacak.... Evraklarım tam ve doğru olacak.... Evraklarım tam ve doğru olacak.... Evraklarım tam ve doğru olacak.... "

Tamam, bin kere yazmana gerek yok ama en dikkat etmen gereken konunun bu olduğunu sakın aklından çıkarma! Çünkü eğer bu konuda hata yaparsan, değil uzun vize almak, red yeme ihtimalin çok çok yüksek!
Adamlar senden ne istiyorsa eksiksiz vereceksin. Kendi kafanla mantık yürütüp, "Amaan bu belge de eksik kalsın, nolcak!" demeyeceksin, "Hesapta deli gibi param var, şu evrak olamasa da olur!" şuursuzluğuna düşmeyeceksin. Bu bir.

İkincisi, beyan ettiğin her bir bilgi kırıntısı DOĞRU olacak, tutarlı olacak. Bu Instagram'da yüz filtresiyle kendini Angelina Jolie'ye, Brad Pitt'e çevirmeye benzemez, "Hop kardeşim bir dakika, senin yazdığınla olduğun birbirini tutmuyor, yok sana vize mize!" deyiverirler.
İlk yazımda, "Şark kurnazı çok ama sen olma." demiştim, işte aynı kural burada da geçerli.

Dürüst ol, tutarlı ol.

... BULANDIRMA DENİZİ (GERİSİ MALUM..) ...

Birden fazla işin varsa ya da mesela hem çalışan hem öğrenciysen, hangisini beyan edeceksin? 
Ben ilk vize başvurumda üç ayrı kurumdan - okul ve işler - belge verebilecek durumdaydım ve "Oooh hepsini yazayım dilekçeye, bir güzel dökeyim önlerine, ensesi kalın sansınlar beni, hemen yapıştırsınlar vizemi nihohoh" şuursuzluğu içinde, "Onu da verem mi, bunu da verem mi ehihih?" diye darlamıştım aracımı. O da demişti ki bana, "Neyi beyan edersen onun eksiksiz belgelerini sunmak zorundasın. Gerek yok, elimizdekiler yeterli."
Yani aslında kadın demek istedi ki; "Nerede çokluk, orada b.kluk.."

Ancak bu konuda sakın bu yazıyı baz alıp, "Hmm.. Eylül bulandırma dediydi, şunu da koymayayım.." demeyin, çoklu işe vs.. sahipseniz mutlaka bir bilene danışın. 



... HIDIR MI? O DA KİM? ...

Bu benim başıma gelen ya da aracım tarafımdan uyarıldığım bir durum değil ama internetteki yazılarda çokça karşıma çıktığı için onlardan alıp burada satmasam olmazdı. Önemli bir husus çünkü.

Diyelim ki İtalya'ya vize başvurusunda bulunuyorsun ve orada Hıdır amcan yaşıyor. Ama bu Hıdır amca orada kaçak ya da vizesini ihlal etmiş şekilde ikamet ediyor. Sakın ola ki "Ohoo sizin ülkenizde benim akrabam yaşıyor zaten! Yani ben size yabancı değilim aslında! Onu almışsınız, beni de alırsınız artık!" triplerine girme. Adam kaçak kaçak!! 

Bu durumda anında balık hafıza moduna geç, zorlanıyorsan bin kere yaz kağıda;
"Hıdır yok... Hıdır yok... Hıdır yok... Hıdır yok... Hıdır yok... Hıdır yok... Hıdır yok..."

Çünkü girmek istediğin ülkede kaçak yaşayan tanıdık sana yol, su ve kıpkırmızı red damgası olarak geri dönecek. 
Okuduğum yazılarda bir de, "Onlar sormadıkça sakın bahsetmeyin.." yazıyor. Sorarlarsa ne diyeceğini inan bilmiyorum, bunun için de müracaat: Bir bilen!
Yani özetle, aman dikkat!

.......

Sonuncu hariç, yazdıklarımın hepsi benim tecrübelerimden ortaya döktüklerim.
Bunun yanı sıra, varsa gelecek seyahatlerin rezervasyonlarının başvuruda beyan edilmesi, uzun süreli sağlık sigortası yaptırılması, tapu, ruhsat vs.. gibi üstüne kayıtlı ne mal mülk (a.k.a.: kalın ense kağıtları;) ) varsa gösterilmesinin vize sürecini olumlu etkileyeceğini okuyorum her yerde. 
Ben bunların hiçbirini beyan etmedim başvurularımda ama iki yıllık vizemi aldım. 
Fakat sen bunları sunabiliyorsan mutlaka sun.

Bitirirken tekrar ediyorum, hiçbir şeyin garantisi, netliği, yüzde yüz şöyle olur, böyle oluru yok.
Herkes değişik tecrübeler yaşıyor ama dikkat edilmesi gereken hassas noktalar bunlar.
Bunların hepsini doğru yap, dürüst ol, elinden geleni yap ve sonrasında kendini o heyecanlı bekleyişe bırak!

Son olarak hadi benden sana bir dua:
"Allah ne muradın varsa versin, tuttuğunu altın etsin, vizeni upuzuuuun eylesin inşallah!" :)

Bir de son uyarı:
Pasaportunu kaybetme!
Mümkünse buruşturma! (Bkz: Birinci Yazı)

Ha bir de,
Hıdır'ı unutmayı unutma! ;)




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...