Sayfalar

11 Ocak 2014 Cumartesi

Bodrum'da Tembel Hayvan Olmak







































Ay başında, yılbaşını da içine alacak şekilde altı günlük bir Bodrum kaçamağı yaptık.
Bu yazının başlığı "Bodrum'da Kış" olacaktı ama o zaman birçoğunuzun beklentisi Bodrum'un kışını tasvir etmem, sokaklarını, caddelerini, kafelerini, barlarını, kısacası yazın cıvıl cıvıl olan yerlerini "kış gözüyle" anlatmam yönünde olacaktı. Bu yüzden bu başlıktan vazgeçtim.
Çünkü biz bu tatilde - bir - iki gün dışında - neredeyse siteden hiç çıkmadık!
İşte belki de bu yüzden, müthiş bir tatildi!

.. Yakar Beni Atkılar Bereler ..

Şimdiye kadar en fazla kasım sonuna kadar kalmıştık Bodrum'da. Bu sene de aslında alt tarafı aralık sonunda gidiyorduk ama işte işin içine yılbaşı, kış, ocak ayı gibi kavramlar girince ve ilk defa soğuk bir İstanbul'dan yola çıkacak olduğumuz için, benim saftirik beynim herhalde oranın kutup soğuğunda olacağını falan hayal etti! Ve herhalde o yüzdendir ki bavula kalın kalın kazakları, hırkaları - hadi onlar neyse de -  atkıları, bereleri ve hatta eldivenleri tıktım da tıktım! Üstelik bir de bunu facebook'ta paylaştım.
Yolculuk günü geldi, ben o çok sevgili atkı ve berelerimle uçağa bindim ve daha orada kurdeşenler dökmeye başladım!
Uçaktan inip servise bindim, uyanık kocam soyunup dökünmüş ama ben hala lahana gibi atkıyla, bereyle! Bir de bir güzel uyuyakalmışım... Araç Turgutreis'e vardığında, sanki rüyamda cehennemden geçmişim gibi, yandım aman, piştim yahu! nidalarıyla yakamı başımı açmaya çalışıyordum!...
Tamam, yaz sıcağı yoktu Bodrum'da ama kesinlikle kış soğuğu da yoktu!.. Hatta kış bile yoktu.
Komşularımla sohbet ederken, benim atkı-bere-eldiven götüreceğimi facebook'tan okuyup güldüklerini söylediler! E o zaman niye getirme demediniz? dedim, seni bozmak istemedik, dediler!...
Eh benim kibar komşularım, siz beni bozsaydınız da ben de yolda kurdeşenler dökmeseydim!..
Neyse, bu da bana ders oldu.
Kısacası, Bodrum basbayağı sonbaharda takılmış kalmış, ben onu gördüm.








































.. Ah O Koku, Aldı Beni Benden ..

Şu anda kocamla ikimizin oturduğumuz yazlık evimizde uzun yıllar ailemle oturduk. (14-23 yaşlarım arası) Ve o zamandan beri her yaz, mutlulukla uça uça geldiğim bu evin kapısından girer girmez burnumuza hep aynı koku çarpardı.:
Aylarca kapalı kalmaktan kaynaklanan kendine has bir rutubet kokusu ile deniz ve yosun kokusunun karışımı. 

Bu koku sadece o eve aitti ve  benim için hep kavuşma anlamına geldi, yaza kavuşma, tatile, denize, eğlenceli günlere, güneşe, Bodrum'a kavuşma. Sadece ilk bir iki gün, ev iyice havalanana kadar duyduğumuz bir koku olduğu ve sonradan uçup gittiği için, benim için karşılamayla, hoşgeldinle eş değer olmuştur hep...
Bu kış da eve adımımızı atar atmaz yine bu koku karşıladı bizi.
Ama bu sefer, nedenini tam bilemediğim şekilde, inanılmaz etkiledi beni...
Bu zamana kadar hep yazın duymaya alışmıştım da, şimdi aralık ayında, kışın ortasında, üstümde kalın kalın kazaklarımla ve en önemlisi zihnim kış modundayken duymak mı bu kadar çarptı acaba beni bu yaz kokusunu?
Tek kelimeyle mest oldum!.. Bunu tarif edemem.
Ama şunu diyeyim size, balkona bir girip bir çıktım gece boyunca. Balkona çıkıp denizi kokladım, eve girip "hoşgeldin karışımını" kokladım durdum, ağzım kulaklarımda bir halde! Böyle deriin derin içime çekiyorum allahın rutubet kokusunu, delirmiş gibi. Çünkü biliyorum ertesi güne kalmayacak o koku. Ve kalmadı da nitekim.
Alıştığın bazı şeyleri alışmadığın zamanlarda yaşamak süpriz etkisi yaratır ya, sanırım ben de onu yaşadım... Kışın ortasında yaz kokusu - ya da benim için yazla özdeşleşmiş bir koku - aldı beni benden, uçurdu havalara. Ve şunu dedim kendi kendime; sırf şu birkaç saati koklamak için bile değdi İstanbul'dan kalkıp buralara gelmemize!







































.. O Denize, O Kokuya, O Havaya Aşığım Ben ..

Tatile gideceğimiz için bir yandan keyiflenip, sevinirken, bir yandan da , oralarda g.tümüz donacak yahu! diyen sevgili kocamın tersine ben, amaaan başıma dolu da yağsa umurumda değil, keyfini çıkarıp dinleneceğim! dedim ve direkt o kafayla gittim Bodrum'a.
Ani iklim değişikliği ve temiz hava çarpması sonucu tek kelimeyle cin çarpmış gibi yatağa serilip, hayatımın en güzel, en derin ve deliksiz uykularından birini uyudum ilk gece.
Öğlen bir buçuğa kadar!... Daha da uyurdum ama, gün boşa geçmesin, kendimi denize, dalgaya vereyim, 2013'ün son günü harcanmasın düşüncesi ağır bastı, çıktım yataktan. Baktım benim adam rüya modunun en diplerinde görünüyor, hiç ellemedim onu.

Bir lokma peynir attım ağzıma. Sıkı sıkı giyindim. Müzik için ipod'umu attım cebime, bir kupa da sıcacık filtre kahve yaptım kendime, indim sahile.
Mevsim kış, iskelemizin sadece iskeleti var, o yüzden popomun altına çantamı serip, oturdum önüme gelen ilk yere...
Ve yine aynı şeyi yaşadım!
Alışık olduğum bir güzelliği, alışık olmadığım bir zamanda yaşamanın çarpıcılığı, çekiciliği ve mutluluğu!
31 Aralık'tı, yılbaşı günüydü ama ben Bodrum'daydım! Deniz kenarında kahve içiyordum, hava serindi ama  çok güzeldi. Taptaze kokuyordu. Birkaç balıkçı teknesi geçti, en sevdiğim pata pata sesleriyle. Kucağımda defterim, kalemim...
Kahvenin tadı bambaşka geldi.
Müzik dinlemedim hiç, sadece dalgaları dinledim. İnanılmaz bir sessizlik vardı. Ne yukarı yoldan geçen bir araba sesi, ne sitenin içinden gelen en ufak bir ses. Çıt yok.
Hafif bir esinti ve fışır fışır dalgalar.
Yılın son günüydü ve rüya gibiydi.

Yılbaşı akşamını da ilginç, spontan ve keyifli geçirdik ama en güzeli sanırım 1 Ocak sabahıydı.
Kocamla, derme çatma birer tost yapıp ve  birer fincana da kahvelerimizi doldurup soluğu sahilde aldığımız, inene kadar soğuyan tostlarımızı yine de büyük bir afiyetle mideye indirdiğimiz, bu sefer popolarımız için aldığım minderlerde oturup dalgaları, adaları, Kos'u seyrettiğimiz, tuz kokusunu içimize çektiğimiz, sarılıp gülüştüğümüz, kocamın bana denizde taş sektirmeyi öğrettiği ve benim de yıllardan sonra bunu becerebildiğim bir 1 Ocak'tı.
Yeni bir yıla bundan daha keyifli nasıl başlayabilirdik bilmiyorum...

Ertesi gün aslında Gümüşlük'e gidecektik ama sabah uyanınca baktık fena halde yağmur yağıyor. Benim şaşkın kocam da ayağında bir çift zibidi, incecik spor ayakkabı ile gelmiş, dışarı adım atsa ayaklar ıslanacak.. Vazgeçtik Gümüşlük'ten. O uykusuna geri döndü.
Ben elimdeki kitabı bitirdim yatakta, sonra bir kurtlanma geldi üstüme. Baktım dışarıda yağmur var, mis gibi. Kocam da uyuyor.
Ev battı bana, apar topar giyinip, müziğimi de yanıma alıp hoop sahile indim!
İskele iskeletine gittim, müziğimi açtım.
Başka bir dünyaydı o.
Tepemden aşağı şarıl şarıl yağmur yağıyor, her yerim ıslanıyor, etrafım deniz ve denizin üzeri milyonlarca minik  damlacıkla dolu... Pıtır pıtır pıtır... 

Karşımda adalar, puslu, acayip ama mis gibi kokan bir hava ve kulağımda çok sevdiğim bir şarkı.
Sanki fantastik bir filmin içindeymişim gibi hissettim kendimi o iskelenin üstünde ve o yağmurun altında.
Böyle bir ağlıyorum, bir gülüyorum, karşı adaların üzerine çizgi çizgi yıldırımlar düşüyor, tepemde çatır çatır gök gürlüyor ama öyle masalsı bir ortam ve ben o kadar büyülenmiş haldeyim ki, o yıldırımlardan biri tepeme inse umursamayacağım, işte öyle bir acayip haller içindeyim.
Sanki benim içimde ormanda maymunlar tarafından büyütülmüş olan başka bir Eylül var, böyle "ilk insan" kıvamında ve sanki o, o yağmurun altında doğasını bulup da dışarı çıkmış gibi oldu.
Bu arada, yağmurdan ıslandım kelimesi de zayıf kalacak, suyla tamamen bütünleştim demem daha doğru olur.
Ayakkabılarım ayakkabılıktan çıktı, sanki ayaklarımı içine soktuğum su dolu birer kova haline geldiler. Kafamdaki şapka kafama yapıştı adeta.
Ve sağanak yağmur altında müzik dinleme sevdalısı a deli gönlüm yüzünden, cebimden çıkarmadığım halde, ipod'um bozuldu!

Toplamda yarım saat falan kalmışımdır aşağıda, en fazla. Ama eve döndüğümde, sanki bir hafta tatil yapmış kadar mutlu, huzurlu, dinlenmiş, başka bir boyuta geçip de gelmiş kadar şaşkın, doğaya hayran ve coşkuluydum. Zaten kendimi bildim bileli yağmurda ıslanmayı severim, şemsiye taşımam. Hatta sümüklü böcek ezme korkum olmasa, her yağmurda hoplaya zıplaya sokaklara çıkıp deli gibi koşabilirim.

Neyse.
Eve girdiğimde kocacığımın yataktan başını kaldırıp baktığı sahnede ise, dünyanın bütüün sularını üstüne emmiş, kocaman zavallı bir sünger gibiydim!
Ayakkabılarım, şapkam ve montum günlerce kurumadı, hatta ayakkabıları son gün evden çıkmadan önce fönle kurutmak zorunda kaldık.
Ama değdi mi?
Hem de nasıl değdi!

.. Tembel Hayvanlar Tatilde ..

Evet, tatil boyunca her fırsatta denizin, dalgaların, havanın tadını çıkardım. Ama sadece gündüzleri!..
Akşam saat beş olup da hava kararınca, bizim tembel hayvan saatlerimiz başlıyordu!
Ama ne tembellik!
Bir kere, giysilerimizi dolaplara falan hiiiç yerleştirmedik. Hep bavullardan çalıştık, bavullar da yerde, ayağımızın altında falan.
Sonradan buzdolabını temizlemekle ve  boşaltmakla uğraşmayalım diye alışverişimizi minimumda tuttuk. Makarna, peynir, yumurta, kocama sucuk, tavuk, bana hellim, salça, kola vs.. Çoğunlukla akşam makarna (ama gayet lezzetlisinden), sabahları da tost. Bol kahve, bol kola.
Keyifle yenilen yemeğin ardından, 19 inch monitörden oluşan ultra devasa sinema sistemimizin (!) karşısına şezlongları kurmak ( a.k.a. allahım sen bilirsin şezlongları* ) vee film keyfi. Sonra kitap, sonra oyun, sonra Penguen vs.. dergi keyfi.
Tam anlamıyla eşine eşine yan gel yat tatili.
Köpekler de İstanbul'da annemlerde kaldığı için çişe çıkart, kakaya çıkart olayı yok, yat babam yat.
Bir güzel dinlendik ki, sorma gitsin!

( * Allahım sen bilirsin şezlongunu da açıklayayım: Birkaç yaz evvel İstanbul'da çok yorulup gelmiştim Bodrum'a. Gelirgelmez de dinlenemeden sergi hazırlığı telaşım başladı, sonra bir hafta boyunca da "gündüz 12 - gece 12" sergide bekledim. Yorgunluktan bittim diyebilirim. Sergi bittikten sonraki gün Gökhan'la o çok rahat, arkaya bir güzel kaykılıp yatabilen şezlonglardan birer tane alıp eve getirdik, balkona kurduk. Şezlonga popomu koyup bir de şööyle geriye kaykılıp yatınca ağzımdan aynen bu kelimeler dökülmüş: "Oooohh Allahımmhhh sen bilirsinhhhh" ... Artık nasıl bir tonlamayla yaptıysam bunu, Gökhan'cım çok gülmüştü. O gün bugündür o şezlongların adı, "allahım sen bilirsin şezlongu"'dur.)


Bu arada internete de tatil boyunca hiç girmedim! SIFIR! Açıkçası hiç ama hiç aramadığım gibi, yokluğu da çok dinlendirici geldi.

Herkese böyle bir tatil öneriyorum. Yazlığınıza bir de kışın gidin. Oraya dair tüm ezberlerinizi bozun. İnterneti falan da unutun.
İnsan kalabalığından temizlenmiş tertemiz havayı içinize çekin. Her zaman girdiğiniz denize sadece bakmanın ve onu koklamanın ve sesini dinlemenin de ne kadar yeterli ve doyurucu olduğunu keşfedin!
Minimumda yaşayın.
Tek derdiniz, makarnayı kekikli mi yoksa  fesleğenli mi yapacağınız olsun. (Bence ikisini de koyun!)
Kaslarınızı gevşetin, kollarınızı şööyle iki yanınızdan sallandırın ve birkaç gün o modda yaşayın. Böyle deyince azıcık embesil bir tip canlanabilir gözünüzün önünde.
Olsun! Azıcık da embesil olun ne olacak. Nasılsa kimse de görmeyecek!:)

Üç beş gün de olsa, yan gel yat, tatlı hayat.
Yapın bunu. İyi gelecek.

Cidden.

Herkese keyifli günler dilerim...
...............................................................................................................................................................
Fotoğraflar: Gökkuşağı Dosyası
Daha fazlası için, Instagram hesabım.



















2 yorum:

  1. Ohh,gene ilaç gibi geldin Eylülcüm!...Mutluluğunu öyle bir aşılıyorsun ki kelimelerinle bütün hücrelerimi yaşama sevincinle doldurdun... Sen hep yazsan, ben hep okusam onları hayat ne güzel olurdu:))))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teyzeciğim sen de yine beni çok mutlu eden bir yorum yapmışsın, çok teşekkür ederim.:) Keşke daha sık yazabilsem ama şimdilik bu kadar oluyor..

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...