Sayfalar

20 Haziran 2012 Çarşamba

Bir Düğüne Giderken - 2 -


























*** DÜNKÜ YAZININ devamıdır ***

Ve geldi o gün. Düğün günü.

Gündüz saçlarımı maşa ile lüle lüle yaptırmıştım ama lülelerden en önde duranı bayrağı açtı, vaktinden önce iniverdi aşağıya. Hay aksi, sorun olmaz inşallah diye düşünürken annemlerin evine vardık. Bizimkiler önceden hazırlanmışlar, annem makyajını bile yapmış. Ben de önce bir şeyler yedim, kahve içtim, nasılsa giysim ayakkabım hazır ya.

Sonra kalktım ben de makyajımı yaptım. Beğenmedim, yıkadım yüzümü, bir daha yaptım. Bu arada bizimkiler beni bekliyorlar. Sonra baktım o da ne, ojelerimi değiştirmemişim, elimde ayağımda alakasız bir renk! 
- Anneee aseton nerdee?
- Oradadır kızım. 
- Anne aseton dediğin bu mu, şaka mı yapıyorsun? Şişenin dibinde bir gıdım bir şey, bitmişten hallice.
- Niye şaka yapayım kızım sana? Bu arada o da bekliyor olmaktan gerilmeye başlamış.
Mucize yaratıp on parmağımı da sildim o azıcık asetonla. Amma velakin aslında silinecek yirmi adet parmağım olduğunu kafamı aşağı eğip ayaklarımı görünce  idrak edebildim. Ve malesef yegane asetonlu pamuğu attıktan sonra! Tellerim atmaya başladı orada.

Kısa bir süre sonra ise sevgilim elbisemin eteğine bakıp, ip söküğü mü var orada deme gafletinde bulundu. Evet ip söküğü. İncecik ama ip söküğü işte!... Lanet olsuuun diye çığırdım, ne bağırıyorsun kızım diye annem bana kızdı, yok bir şey orada, ben farketmedikten sonra kimse farketmez dedi babam ve o şekilde biraz rahatladım. Bu arada eğilmiş hala ip söküğümle uğraşan zavallı sevgilimin elinden savurup çektim eteğimi, bir de fırçaladım zavallımı. Moralimi bozdu ya.
Bu arada kilo verdiğim için elbisenin straples olan üst bölümü düğünde başıma bir bela açar mı diye de endişe içindeyim. Zira ilk denediğimde daha sıkı oturuyordu üstüme.

Bu konudaki endişem de ayakkabılarımı giyene kadar sürdü.  Çünkü gelen gideni arattı, hem de ne aratmak!
Çıkmak üzereyiz. Babam sessizce bekliyor ama yüzünde derin bir eyvah trafiğe kalacağız ifadesi. Ben, haftalar öncesinden kararlaştırdığımız annemin ayakkabılarını giyeceğim bir güzel. Aa baktık mantar topukların yanlarında kocaman kocaman etiketler. Elle kanırttık çıkmadı. Hadiii ıslat, önce tırnakla, sonra olmadı hadi bıçakla kazı... Sinirimden öleceğim orada! Uğraşa uğraşa zar zor çıkarttık etiketleri.

Bu ayakkabıların topuk fermuarları daha hiç giyilmeden tamir gördüğü için annemden rica ettim kapamasını. Ben sakarım, elimde kalır, annem narince kapatır dedim. (Dürüst olayım: Kalacaksa benim değil, annemin elinde kalsın dedim.) 
Ve kaldı. Kadıncağız özene bezene çekiyordu ki, cırt. Bozuldu fermuar. İçimden başladım saydırmaya. İkinci ayakkabının fermuarı ise hiç kapanmadı. Nasılsa görünmüyor, açık kalsa? dedi anneciğim ama baktım yürürken ayakkabılar ayağımdan fırlıyor, böyle mi giyicem böyle mii diye anneme çıkıştım, yazık.

Hal böyle olunca annem başka bir çift ayakkabısını verdi. Ama onların da topukları kısa. Mis gibi elbisenin açık renk etekleri yerlerde sürünüyor. Hadi düğün mekanının tozunu almaya da gönüllü oldum diyelim ama ben sakarın önde gideniyim kardeş! O etekler iki adımda bir benim ayağıma dolaşacak, basıp duracağım. En iyi ihtimalle basıp cırt diye yırtacağım, ikinci ihtimalle takılıp yerlere kapaklanağım ve millete  rezil olacağım. Ama üçüncü ve en kötü ihtimal gerçekleşirse ve eteğe basıp straplesi indirirsem işte o zaman düğün mekanını derhal terk edeceğim ve mecburen Afrika'ya taşınacağım!
Deli oldum deli. Bu arada canım sevgilim son anda ailesinden can sıkıcı bir haber aldı ve bizimle gelemedi. Hem haberden dolayı, hem de kötü bir gece geçireceği ve yanımda olamayacağı için de çok gerildim. Biri yanıma yaklaşsa burnumdan ve kulaklarımdan çıkan ateşler yüzünden birinci derecede yanardı yeminle. O haldeyim. Annem de çok gerilmiş, babam ise ateşe dokunma yanarsın modunda ilişmemeye çalışıyor bana ama bir taraftan da,  kalkmazsın ayağa, oturursun sen de diyor. Tuvalete de mi gitmeyeceğim! Vallahi düğün kuzenimin olmasa çoktan vazgeçmiştim diyorum hışımla. Ve aynı o hışımla bindim arabaya. 

Ayakkabı almam lazım! dedim.  Babam bir iki mırın kırın etti ama baktı olacak gibi değil, tamam görürsek dururuz alırsın dedi. Biraz rahatladım.

Bu arada ojeleri silmiştim ya ben evde. Yenilerini sürmemiştim ama.:) Ayaklardaki alakasız renk de cabası. Arabada, dur kalk sarsıntıları  içinde - ve asetonsuz - titreye titreye, el - ayak çift kat oje sürmeyi de becerdim ya, yapabilsem kendimi gerçekten alnımdan öpecektim.

Anadolu Yakası'na geçtikten sonra, annem ön sağ cama, ben arka sol cama yapıştık, ayakkabıcı arıyoruz. Yok da yok. Ayakkabı cenneti bir şehirde yaşıyoruz ama ben acilen arayınca hepsi buharlaştı tabii. En sonunda Bostancı sahil yolundan caddeye saptık. Sıra sıra kafeler de kafeler. Yeme içemeye ne düşkün milletmişiz!...Derken.. baba dur dur! ayakkabıcııı! Şükürler olsun. 
Sağa çekti babam. Ayakkabıcı solda ve biraz geride kaldı. Hava pırıl pırıl aydınlık ve biz iki tane saçları yapılmış, abiyeler içinde kokoşko, o halimizle attık kendimizi caddeye. Ben ayağıma dolanan etekleri toplamaya çalışırken, elbisemin rüzgarlı günler için tasarlanmadığını da keşfettim. Modele hava veren o detaylar var ya, rüzgarı görünce özgürlüklerini ilan ettiler ve o süslü halimle caddeyi geçmeye çalışırken bir yandan da frikiklerimi örtemeye çalışmaktan canım çıktı. Saçlar dersen uçuşuyor, hem makyajıma yapışıyor hem de gözümü kapatıyor, ayakkabılar zaten rahatsız. Karşıda bir bank var, üstünde birkaç adam, direkt bize bakıyorlar. Belki yoldan geçenler de. Öyle komik haldeyiz ki, sanki herkes bakıyormuş gibi geliyor!
Zor attık kendimizi mağazaya. Orada da spor giyimli ablaların arasında şebek gibi kaldık. Annem  yerlerden eteğimi toplamaya çalışıyor, ben arkamda bir serinlik hissediyorum, annee ne yapıyorsuun, arkamı açıyorsuun diye ona çıkışıyorum (malum, elbise bir tuhaf, neresinden neremin görüneceği belli değil), mağazacı adam bize gülüyor kibarca. Ben hemen bulduğum ilk krem rengi topukluya atladım. Sanki çölde su bulmuş gibi, sevdiğime kavuşmuş gibi mutlu oldum vallahi. Hayatımı kurtardınız hayatımı! diyorum adama. Numarasını bulduk, ödedik, fırladık. Yeni ayakkabılarımla en azından eteklerimi ezmiyordum artık ama yine bacaklarımı kapata kapata zor attım kendimi arabaya. 
Ve derin bir ohh. Bu arada baktım yeni sürdüğüm ojelerin bir kaçı bozulacak gibi olmuş ama amaaan dedim, bir de sizinle uğraşamayacağım!..

Ardından Maria'nın Bahçesi'ne vardık. Yaşadığım stresin ardından resmen çöktüm sandalyeme. Güzel yunan müzikleri ve hafif esen rüzgar ile gevşedim.  Sevgilim gelemedi diye hüzünlüydüm ama seviklerimle birlikte olmak çok güzeldi.

Hele de kardeşim kadar sevdiğim kuzenimin bütün gece gülen yüzünü gördükçe (gördüğüm en mutlu damattı kesinlikle, gülmekten ağzı hiç kapanmadı, botokslu gibi kalacak diye korktum yeminle) gerçekten çok mutlu oldum. 

Onlara buradan ömür boyu mutluluklar diliyorum!
Kendime de iki çift lafım olacak:
Bundan sonra bir çift yedek ayakkabı bulunduracaksın kızım. Yok yok, hatta iki çift!... Elbiselerini denerken her tür iklim şartında test edeceksin ve yanında her daim aseton taşıyacaksın. Dolu olarak.

Bunlar da kulağıma küpe olsun!


Fotoğraf: http://www.sxc.hu/browse.phtml?f=view&id=348454

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...