Sayfalar

16 Eylül 2020 Çarşamba

PANDEMİDE BODRUM: Ben ve Diğerleri



Çok tuhaf. Çok ilginç.

Hani bazı durumlar olur, şöyle bir durur, gözünü hafifçe kısar ve "Bu nasıl bir şey? Bu olanlar 'gerçekten' gerçek mi?" dersin ya, işte tam da öyle bir şey.

Ömrün boyunca aşina olduğun, alıştığın bir şeyi, bambaşka bir formda yaşıyor olmanın komikliği, inanılmazlığı ve tabii en çok da şaşkınlığı.

Mart ayından beri bunu, belki farklı şehirlerde, farklı koşullarda ama hepimiz yaşıyoruz. 

Ve ben, Mart - Ağustos arasındaki sıkı İstanbul karantinamdan sonra, bugün itibariyle tam bir aydır Bodrum'dayım. Şehirde bu acayip duruma bir nebze alıştıktan sonra, birden yine bu acayip durumun yazlık fazına geçiverdim. Peki, tüm bu süreçte, yazlık bir beldede yaşamak nasıl bir şey?

.. HER ŞEY AYNI, HER ŞEY FARKLI ..

Sokaklarıyla, deniziyle, doğası, havası, suyuyla, güzelim Bodrum... Benim kaçış noktam, her daim iyileşme, güçlenme, yenilenme, şarj olma yerim. 

Bodrum'da tatil, yani ruhumun, bedenimin, zihnimin 'rahatlama' durumu..

Ve içinde bulunduğumuz süreçle birleşerek, hemen beynimde beliren şu soru: 

"Tatilde rahatlık tam olarak nedir?"

Bir yıl boyunca görmediğin sevdiklerinle şöyle en kocamanından kucaklaşıp öpüşmek, burun buruna girip birbirine koca yılın havadislerini aktarmak saatlerce, bazen aynı şişeden bira içmek, "Ayy canım benim yaa nasıl özlemişimm" deyip, sohbetin ortasında şap diye tekrar öpüvermek mesela?

'Ayakkabı çıkarmak' diye bir kavramın olmadan eve dalıvermek, denizden döndüğün tuzlu giysilerinle duş öncesi kanepeye şöyle bir yarım saat yayılabilmek... 

Kumsalda yatarken yüz üstü uyuya kalmışsın, havlun sıyrılmış, çıplak yüzüne temas eden şezlongun izi yanaklarında belirmiş, buna tatlı tatlı gülüvermek mesela...

Elim nereye değdi diye pek de düşünmeden, çantandaki şeftaliyi çıkarıp iştahla mideye indirebilmek belki...

Koca bir kış boyunca çok özlediğin o sevdiğin mekanlara girmek, keyfince yayılıp yiyip içmek, minderlere özgürce gömülebilmek, upuzun saçların oraya buraya yayılırken, aynı fıstık tabağına ellerini daldırabilmek, kafanı arkadaşının omzuna yaslayabilmek, sonra gece geç vakit eve geldiğinde, "Amaan çok uykum var, sabah duş alırım..." deyip, cup yatağa atlayıp ikinci dakikada uykuya dalabilmek...

Çarşıda pazarda, sokaklarda, tüm kasların gevşemiş halde aheste aheste gezmek, istediğin her şeye dokunabilmek, yolda karşılaştığın arkadaşa,"Oo kimleri görüyorum!" diyerek sarılabilmek.. Sonra o kişiyle, "Hadi gel bir kahve içelim.." deyip, o öğlen kahvesini spontan şekilde akşam biralarına bağlayabilmek, nerede olduğunu, etrafında kaç kişi olduğunu, yan masaların sana ne kadar mesafede olduğunu aklına bile getirmeden, gamsızca sohbet edebilmek.

Bunlara alışmış olmak, bunları yıllardır hep yapıyor olmak, 

Ama artık asla yapamamak.

.. "PANDEMİDEYKEN..." ..

Haziran ayında geçilen yeni normal'deki yeni'nin, pek çok kişi için sadece bir kelimeden ibaret olduğunu, insanların nasıl da rahatça eski normallerine döndüğünü ve yeni olan tek şeyin mecburen takmak zorunda oldukları maskeler olduğunu dehşetle fark edenlerdenim.

Benim gibi olan çok kişi var (çok şükür) ama bizim zıddımız çok daha fazla kişi var, maalesef.

Geçerken görüyorum ki barlarda, kafelerde insanlar dip dibe, sarmaş dolaş, maske desen hak götüre. Olanın da ya çenede ya bilekte. Tamam yiyip içiyorsun, çıkaracaksın ama masalar neredeyse bitişik. 

Plajlarda, özellikle beach club'larda millet birbirine yapışık haldeymiş, bu sebeple pek çok club mühürlenmiş.

Sabah 11 gidiş, akşam 6 dönüş şeklinde her gün balkonumun önünden geçen tur tekneleri vıcık vıcık, üstelik dans edip göbek atan atana!

Markete paldır küldür maskesiz dalıp, uyaran görevlilere kafa tutan mı dersin, maskesiz şekilde yol tarifi sormaya çalışıp, ay dur yaklaşma dediğinde sana uzaylıymışsın gibi bakan mı dersin... Neler neler... Kimler kimler...

Bir de hayretle gözlemledim ki, insanlar, Mart - Haziran arası dönemden, "Pandemideyken..." diye söz ediyor sürekli.

"Pandemideyken hiç evden çıkmadım."

"Pandemide ben de ekmek yaptım..."

"Pandemide çok sıkıldım."

"Pandemide bilmem kaç kitap bitirdim..."

Gözlerim faltaşı gibi açılıyor bunu duyunca. 

"Bir dakika kardeşim, sen neden bahsediyorsun? Sözünü ettiğin şey karantina olmasın? Çünkü pandemi dediğin şey bitmedi! Hala içindeyiz, yaşıyoruz ve daha uzun bir süre de yaşayacağız!"

Evet, sanırım biz ve diğerleri arasındaki fark, işte tam da bu sürece olan bakış açısında saklı.

"Nereye gidersen git kafanı da yanında götürürsün." diye bir laf var. Doğru. Bodrum, her ne kadar benim için kafamı değiştirme, tazeleme, yenileme yeri olduysa da hep ve bu sene de pek çok açıdan bunu başarabildiysem de, konu pandemi, korona, tedbirler vs. gibi durumlara gelince, tam anlamıyla 'eski tas eski hamamım'.

Çünkü öyle olmak zorundayım. 

.. DELİ DİYORLAR BANA, DESİNLER DEĞİŞEMEM ..

Bodrum, mis kokan havasıyla, güzelim güneşiyle ruhumu sararken, denizin tadını içinde ve dışında tüm hücrelerimle çıkarırken, ayaklarımı yumuşacık kumlara gömerken, sayfalarca kitap bitirirken, sevdiklerimle çoğunlukla evlerde ve temassız hasret giderirken, adalara karşı biramı içip gevşeyip, moddan moda geçerken, dalga sesleriyle uyanıp, biricik balkonumda muhteşem sabah kahveleri eşliğinde yeni güne başlarken, karpuzlar kesip, patlıcanlar kızartırken, yani Bodrum'umu, evimi ve tatilimi tam da istediğim gibi içime çeke çeke yaşayıp, yenilenip dinlenirken, bir de yeni ve üstelik çok hoş kokan;) bir "sevgili" edindim kendime, hep yanımda, hep benimle el ele, nereye gitsem hep benimle birlikte:

Canım, biricik aşkım, kolonya şişesi!

Cep telefonumu, anahtarımı vs.. evde unutabilirim, hatta kendimi bile unutabilirim belki ama onu asla!

Sıkı bir dost, sadık sevgili gibi ayrılmaz bir parçam her daim.

Dışarıda bir şey içmem gerekse, şişesine, bardağına kolonya banyosu yaptırıyorum öncesinde. Öyle ki, biraların, kahvelerin ilk bir iki yudumunun tadının 'kolonyalı' olmasına resmen alıştım. :) Masaları siliyorum, garsonlar deliymişim gibi bakıyorlar. 

Kolonya zaten çantamda değil, elimde geziyor, bir yere dokunduğum anda hoop sürüyorum hemen. Bu iş sadece kendimle de sınırlı kalmıyor, yanımdaki kişilerin de peşinde despot bir zabıta gibi geziyorum, ver bakiim elini, şşt dokunma oraya, bak şunu bunu elledin, uzat elini kolonya dökücem. 

Eve girerken terliklerimi değiştiriyorum, dışarıdan gelenlerin ayaklarını çoğunlukla çamaşır sulu viledayla siliyorum, yapamıyorsam, arkalarından yerleri siliyorum.

Dışarıda giydiğim elbiseyi eve gelir gelmez makineye atıyorum. Sırf bunu yapacağımı bildiğim için, normalinden üç kat fazla elbise getirdim yanımda. 

Artık iyice uzamış olan ve dışarıda rüzgarla savrulup oraya buraya değen saçlarımı yıkamadan asla yastığa başımı koymuyorum. Zaten her medeni insan gibi yaz-kış her gün duşunu alan bir kişiyken, artık duş kabinim evimin daha da bir gözde noktası haline geldi, kaç kere girip çıktığımı sayamıyorum. Su faturası bu yaz kaç gelecek merak içindeyim. :)

Bazen duşumu aldıktan sonra, gün batımında buz gibi biramı kapıp aşağıya, iskeleye iniyorum. Ayaklarımı denize sarkıtıp, tarifsiz güzellikte, romantik bir zaman dilimi geçiriyorum orada tek başıma, adeta başka bir boyuta geçip dünyayı unutuyorum bir süreliğine, ama eve dönünce iskeleyle temas etmiş olan bacaklarımı yıkamayı asla unutmuyorum!


Dışarıdan gelen gıda paketlerini, dışarıda kullandığım güneş gözlüğümü, kulaklığımı, telefonumu vs..  'hala' dezenfekte ettiğimi söylememe gerek yoktur herhalde...

İnsanlar, hatta yakınlarım bile gülüyorlar bana bazen, 

"Ay Eylül! O kadar da değil ya.." diyorlar... "Abartıyorsun..."

Hayır, o kadar da!

Benim için, hala, o kadar da!

Çünkü ben kendimi tanıyorum, bir yerinden salıp gevşersem, çorap söküğü gibi gider. Pek kişide  -maalesef - olduğu üzere.

Üstelik çok rahatım. Hani dedim ya yazının başında, "Rahatlık tam olarak nedir?" diye. İşte tam da bunu yaşıyorum, dengeyi buldum.

"Bodrum'dayım yahu, tatilde bunlarla uğraşmak zorunda mıyım?!" diye isyan etmiyorum, çok alıştım. Çok mutlu ve huzurluyum. 

Eski senelerdekiyle aynı dinlenme, gevşeme, yenilenme, tazelenme hissini yaşıyorum bu sene de burada. Hatta belki, çok daha güzelini ve derinini. (Eh malum, İstanbul karantinasından çıkıp gelmek!) 

Evet çok şey değişti, şartlarımız, hareket alanımız, kararlarımız, özgürlüklerimiz, bir adımı atarken kaç kere düşüneceğimiz, o adımları atış şeklimiz çok başka artık. Ama şikayetçi değilim. Şikayetçi olmak, dertlenmek, dır dır etmek gibi bir lüksüm yok. Hiçbirimizin yok.

İnsanlar ölüyor. 

Tanıdığımız insanları kaybetmeye başladık koronadan.

Sağlık çalışanları ölüyor, hemşireler, doktorlar ölüyorlar. Bizim için.

Ve yarın kimin öleceği hiç belli değil.

Hal böyle olunca ve her şeyi bir kenara bırakırsak, tatil gerçekten nedir?

İpini koparır gibi gevşeyerek ve var olan gerçekleri hiçe sayarak rahatlama hali mi,

yoksa içinin, ruhunun tamamen rahat olması hali midir?

Benim içim çok rahat. Elimden geleni yapıyorum, üstelik gocunmadan.

Beni geren, tedirgin ve rahatsız eden tek şey, 'diğerleri'...

Bana deliymişim gibi bakan, "Pandemideyken..." diyenler.

Benim başım sacece onlarla dertte, maalesef.


Ve herkesin, "Pandemideyiz" diyebildiği, buna alışıp, uyumlandığı, birbirine saygı duyup koruduğu ve aynı zamanda huzur ve mutlulukla yaşadığı günlerin gelmesini diliyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...