Sayfalar

23 Kasım 2012 Cuma

Bodrum'da Sonbahar - 2 -





























Bir önceki yazımda Bodrum sonbaharının güzelliklerini ve beni mest eden hallerini yazmıştım. Evet Bodrum'da sonbahar geçirmek şiir gibi. Ama eksileri yok mu, en azından beni zorlayan durumlar olmadı mı? Elbette oldu.
Şöyle ki;

Bodrum'da sonbahar demek hep güneşli ve açık hava ya da  hep yağmurlu ve kapalı hava demek değil tabii. Gerçi her yerde sonbaharlar dengesizdir. Ama mesela İstanbul'daysanız sonbahar geldiyse artık ona göre giyinirsiniz değil mi? Güneşe aldanıp ince giyinip çıkmak da adettendir tabii ama ben burada bunun farklı hallerini yaşadım uzun süre boyunca.

Eylül ayı sonunda, hava akşamları serinlemeye başladığında bir süre inatla üzerime hırka almayı unuttum. Güneşli havada gündüz lay lay lom şeklide aklım bir karış havada çıkıp, geceleri eve titreyerek, hadi aşkım hadi dondum dondum bırrr diye koşturduğum günler bir değil, iki değil, üç değil.

Sonra bir nebze akıllandım. Havanın serin olacağını hissettiğim zamanlarda hırkamı yanıma alır oldum. Fakat eve dönerkenki üşüme ve titreme tablosu değişmedi. Neden mi? Çünkü hava soğuk, bendeniz şaşkınının üstünde de -tedbirliyim ya artık-  kalın hırka ama-fakat-lakin ayaklarda parmak arası terlikler! Cıbıl cıbıl. Altı kaval, üstü şişhane. Altımla üstümü senkronize etmem de baya bir zamanımı aldı. Bu eşleşmeye de alıştım bir süre sonra. Altta kot pantolon, spor ayakkabı ve üstte hırkayı üniforma yaptım. Ama bu sefer de hava benimle sürekli oyun oynadı. Ne zaman lahana gibi giyinsem güneş açtı, hava ısındı, azıcık inceltsem üstümdekileri yağmur bastırdı.

Bir de tedbirsiz gelmişim ki akıllara ziyan! Bir kot, iki hırka, iki tek çorap atmışım bavula. Belki koşarım diye spor ayakkabı almıştım burada, onlar olmasa bir tane kapalı pabucum olmayacakmış, onu bile akıl edememişim. Oğlanın montunu da getirmeyi unutmuşuz, geçen gün yağmurda sıçana dönüvermiş yavrucak, öyle aklımıza geldi unuttuğumuz!

Yağmur demişken... Burada bazen yağmur bir bastırıyor, şaldır şaldır, ne olduğumuzu şaşırıyoruz. Aman balkonda çamaşır var mı, aman masayı içeri çekelim diye bir telaştır gidiyor. Bunun yanı sıra benim eyvah kedilerin mamaları ıslanıp şişti mi, yavrucaklar korunaklı bir yere sığınabildiler mi, ayy yıldırım düştü, ödleri koptu mu gibi evham ve telaşlarım da cabası. Zaten yazlıkçılar dönünce bir çok yavrucak aç kalmış, hepsi bizim siteye doluştular, hangisine yetişeceğimizi şaşırdık, bir de böyle sağanak indiriverince iyice elim ayağıma karıştı ilk başlarda.

Yağmurun benim üzerimdeki diğer etkisine gelince; yağış başladığında benim yürüyüş  ritmim bozuluyor! Beş metrelik mesafeyi yarım saatte katediyorum. Neden mi? Yağmur yağıyor ve pek sevgili sümüklü böcekler hiç vakit kaybetmeden piyasaya çıkıyorlar!.. Hem de bir değil, iki değil, onlarca! Yanlışlıkla bir tanesine bassam psikolojim öyle allak bullak oluyor ki, yağmurlu günlerde gözlerimi yerden asla ayırmadan yürüyorum. Basmadan geçmek mi? I-ıh. Benim için yeterli değil. Çok aşırı kuytuda olmadıkları sürece her birini tek tek kaldırıp - yüzleri hangi yöne dönükse o tarafa doğru- karşıdan karşıya geçiriyorum. Eğer Mısır yanımdaysa pek zor oluyor bu işlem, bir sağa çektiriyor, bir sola. Eğer yanımdaki sevgilimse direkt basıp gidiyor zaten. Basıp gitmek dediysem, çekip gitmek yani. Yoksa o da çok dikkatli üstüne basmama konusunda. Ama yerlere kapaklanmış böcek toplayan bir Eylül'ü dakikalarca bekleyecek kadar da sabırlı değil tabii adam, ne yapsın.:) İşte bu nedenle yeşilliğe ve toprağa yakın yerlerde benim yağmur altında romantik yürüyüş yapmam mümkün değil. Kafa hep aşağıda, gözler fıldır fıldır. Ama o korkunç sesi duymamak için her şeye değer. Bodrum'daki yağmur evimde, balkonumda güzel. Ya da sümüklü böcek çıkmayan yerlerde!





























Bodrum sonbaharının ve yağmurun bir başka zorluğu ise, sağanak yağış ile bizim evin elektrik tesisatının yıldızlarının barışmamış olması. Ne zaman şaldır şaldır yağmur yağsa, sağolsun sular bir yolunu bulup yukarıdaki terastan bizim evin tesisatına sızıveriyor. Paaat sigortaları attırıyor. Ve bu son günlerde sıkça tekrarlanıyor. Sırf bu nedenle bir makine çamaşırı iki günde yıkadığımız oldu. Ama şikayetçi miyiz, değiliz. Seneye tüm tesisat değişecek diyoruz, evimizi seviyoruz, dikenine de katlanıyoruz.

Hava bizimle oynuyor, biz de ona ayak uydurmaya çalışıyoruz. Evin bir köşesinde klimayı sıcak ayarında çalıştırıp odayı hamama çevirirken, diğer köşesinde camları açıp mis gibi serin havayı içeri buyur ediyoruz. Üşüyüp titreyerek üstümüze çektiğimiz kalın battaniyeyi, bir kaç saat sonra bunalıp, aman allah bu ne yaa diye tepip atabiliyoruz.

Bir üşüyoruz. Bir pişiyoruz.

Bazen ıslanıp, arkasından kuruyoruz. Çat pat giden elektriklerimizle, açan güneşimiz, düşen yıldırımlarımızla, kapımızdaki kedilerimiz ve evimizdeki şaşkın köpeğimizle Bodrum'da sonbaharı ve buradaki son günlerimizi yaşıyoruz...
Tekrar Bodrum'u özlemek ve beklemek üzere İstanbul'a döneceğiz ve şimdi bunun heyecanını yaşıyoruz.



Fotoğraflar: Eylül Ganiz - Gökhan Çoğal
(Fotoğraflarımız ile bu yazının konusu biraz alakasız oldu ama neyse artık..:)












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...