Sayfalar

5 Temmuz 2014 Cumartesi

Puf Puf Minder, Biraz Mısır ve Yıldızlar



Bir insan Bodrum'dan uzun süre ayrı kalınca en çok neyi özler?
Her yıl bütün yazı geçirdiğimiz Bodrum'a, 2013 yazında ekime kadar ayak basamamış olan ben, acaba en çok neyi özlemişimdir?
Eminim çoğunuz "Deniz, güneş, kum, beyaz evler, sakinlik, temiz hava..." diye tahminlerinizi sayıyorsunuz şu anda.
Yanılmıyorsunuz tabii ki, bunların hepsini çok ama çok özlemiştim elbette.
Ama en çok burnumda tüten şey neydi biliyor musunuz?
Sinema.
Evet evet, sinema, yanlış okumadınız.
Şimdi de eminim, "Aaa yazın sinemaya mı gidilirmiş? Aptal kıza bak! Deniz, kumsal dururken sinema özlenir mi hiç?!" dediğinizi duyuyorum.
Evet özlenir. 
Eğer bu, püfür püfür bir yazlık sinemaysa, hem de nasıl özlenir!

.. Açık Hava Candır ..
Huyum kurusun, ben açık havada yapılan her şeye bayılırım. Havayı içime çekeyim, rüzgar saçlarımı savursun ya da sadece tatlı bir esinti yanaklarımı okşasın. Bir yerlerden sesler, kokular getirsin. Ve ben o seslerle gevşeyeyim, o kokuları derin derin içime çekeyim, içinde bulunduğum mekanı o kokuyla anılarıma kaydedeyim.
Lise çağlarımızda, yazın, eğer birkaç kişiysek Bodrum'da ulaşımımızı hep otostop ile sağlardık. (Tek başıma tırsardım :) ) Eğer durdurduğumuz araba kamyonet türü arkası açık bir şeyse inanılmaz mutlu olurdum. Hemen hoop atlardık kasasına. O sert, demir zeminde sarsıntıdan popomuz düzlenirdi ama ben  keyfimden ölürdüm. Saçım başım birbirine karışırken, bir yandan yanımızdan akan denizi seyredip diğer yandan mis gibi açık havayı koklamak masal gibiydi benim için. Bu masal da genelde en fazla 10-15 dakika sürdüğü için fena halde içimde kalmıştır. Böyle bir aracın arkasına toplaşıp, gitar çalıp, içip, şarkılar söylerek uzun bir yolculuğa çıkmayı hala çok isterim.

Açık hava konserlerine bayılırım. 
Vapurun dış kısmında oturmayı severim.
Hava çok soğuk olmadığı sürece, mekanların dış bölümlerindeki masaları tercih ederim.
Minibüslerin bile en arkadaki kocaman açılan pencerelerinin yanına oturmaya çalışırım ki, hava suratıma suratıma çarpsın. (Bendeki hafiften sıyrıklık bundan kaynaklanıyor olabilir.)
Tabii bunlar kış ayları için geçerli değil, kışın nerede sıcak, nerede pofudukluk, nerede battaniye, orada ben.
Ama bahar ve yaz aylarında, açık havamla arama hiçbir şey girmesin lüffen!



.. Puf Puf Minder, Biraz Mısır ve Yıldızlar ..
Sinema diye başladım, konu nerelere saptı.
Neyse.
İnsan bu kadar "açık havada takılma" delisi olur da, yazlık sinemaya bayılmaz mı?
Bayılır tabii.
Ve ne kadar şanslıyım ki Turgutreis'te çok keyifli bir açık hava sinemamız var. Bilemiyorum, belki başka insanlar benim kadar mutlu olmuyorlardır buraya gelince ama ben gerçekten çok keyif alıyorum.
Minik gişesinden biletimi alıp içeri girmeyi, kapıdan, birini altıma sermek, birini de üşürsem üstüme çekmek için iki polar kapıp, kendime en pofuduk minderlerden oluşan bir yer seçmeyi çok seviyorum.
Hatta yan taraflardan bir iki minder daha tırıklayıp, benimkini kral tahtı gibi kocaman yaptıktan sonra, kendimi pat diye üstüne bırakmaya ve o minderlerin içine gömülmeye bayılıyorum.
Şezlong seçeneği de var mekanda ama ben özellikle 'en rahat yatış pozisyonunu yakalayabilmek için' minderlere yerleşiyorum.
Elimde bazen sıcacık bir kahve, bazen de kocaman bir mısır.
Ama her zaman tepemde yıldızlar.
Ve her zaman tatlı bir esinti.
Ve o yıldızların altında yenen mısırın tadı başka hiçbir sinemanın mısırında yok.
İçtiğim kahvenin ne kadar lezzetli geldiğini ve verdiği keyfi anlatamam. Bir filtre kahve bağımlısı olarak, içtiğim o 'harika' kahvenin, kıytırık bir Nescafe Klasik olduğunu öğrenince şaşıp kalmıştım. Meğer o kahvenin lezzeti, benim mutluluğumdan ve ortamdan aldığım zevkten geliyormuş.

.. Bekleyiş ..
Dediğim gibi, geçen yaz ekime kadar Bodrum'a gidemedik. Ve yazlık sinema burnumda tüttü. Öyle ki, yaz boyunca Nescafe Klasik içip, kokusunu içime çekip, kendimi sinemanın huzurunu yaşarken hayal ettim. (Tamam kabul, az buçuk çatlaklık var bende. Ama suçsuzum. Hep o suratıma çarpan rüzgarlardan.)
Neyse, sonra, gidiş tarihimiz kesinleştiğinde ilk işim sinemayı aramak ve ne yazık ki kapandığını öğrenmek oldu.
(Ama.. ama... ama ?!?)
Hayal kırıklığı ile boyun büken bir garip Eylül. 

Eh, bu tarz hayal kırıklıkları insanı biler değil mi?
Ben de bilendim tabii. Ve aynen şöyle bir Eylül olarak, bu yaz Bodrum'a adım attım:
"Gideceğimm! Bütünnnn filmlere gideceğim!! Yaratıklı olsun, cıv cıvlı olsun, isterse iğğğrenç filmler olsun, hepsine, hepsine, heeeepsine gideceğim!!"

"Bütün mısırları yiyeceğim, sinemanın neskafelerini ben bitireceğimm, Allaaah milkshake de vardı, içip içip on kilo alacağımm!"

"Enn pofuduk minderlere ben gömüleceğim, hatta o minderlere yapışacağım, kaldırmak için kazımak zorunda kalacaklar! Çıkmayacağım o sinemadan, haayır, bir daha onsuz kalmayacağımm!"

Tamam. Abarttım. 
Ama neredeyse buna yakın bir psikolojiyle geldiğim doğrudur.
"Oynayan her filme gideceğim. Beğenmezsem ne olmuş, yıldızların altında uyurum ben de!" dediğim gerçektir.
Bu sinemaya gitmiş olup da, "Amaan amma abarttı." diyenler çok olabilir.
Ama zaten tüm bu keyif tamamen benim ruhumla ilgili, gönlümle ilgili. 
Sinemanın kara kaşı, kara gözüyle ilgili değil.
Birinin taş olarak gördüğünü ben çiçek olarak görebilirim ya da kiminde en ufak bir his yaratmayan bir şey beni benden alabilir. O yıldızlar herhangi biri için minik ışıkcıklarken, benim için bir ömür olabilir.
Durum bu.

.. Kavuşma ..
Dün sinema sezonumuzu açtık kocamla. "Aynı Yıldızın Altında" filmini izledik,  çok beğendik, yazısı gelecek.
Çocuklar gibi şen girdim sinema alanına. Dandik ama benim için paha biçilmez kahveme kavuştum.
Çifte kavrulmuş, kocaman minderlerime ve gecenin serinliğinde boynuma kadar çektiğim polarlarıma kavuştum.
Ve en önemlisi, yıldızlarıma kavuştum!
Filmi de beğenince, benden mutlusu yoktu dün gece.

Ama mesela İstanbul'da üstüne para verseler gitmeyeceğim Transformers geliyor yakında. 
Ona da gideceğim. 
Kolumu, bacağımı yayıp bir güzel gevşeyeceğim. Filmdeki robotlar perdede ortalığı birbirine katsınlar isterlerse... Gürültü, patırtı umurumda değil. Kocama sokulur, kahvemi içip, yıldızları sayarım. 
Ya da belki gerçekten de tatlı bir uykuya dalarım.
Hatta keşke dalsam, ne güzel olur.
Püfür püfür rüyalar görerek...

(Not: Sinemanın keyifli bir fotoğrafını çekemedim, affedin. Bu kıytırık fotoları da koymak istemiyordum aslında ama idare ediverin.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...