Sayfalar

14 Ağustos 2019 Çarşamba

KALYMNOS KAÇAKLARI -1-































Eskiden planlarında ani değişiklik olduğunda aşırı gerilen, "Bu akşam size gelelim mi? / Bize gelir misiniz?" gibi sorularda eli ayağına dolaşan, hayır deme konusunda beceriksiz, çat kapı gelinmesinden nefret eden (gerçi bundan hala hiç hoşlanmam), gereksiz durumlarda aşırı panikleyen, kontrolün elinden kaymaya başladığını hissettiği anda titremeye başlayan bir insandım.

Sonra... Hayatıma Gökhan girdi. 

Vasıtalara hep son anda koşarak yetişen -ve asla kaçırmayan-, gevşeklik sınırına dayanacak kadar rahat, birçok durumda sakin, paniklemek yerine çözüme odaklı ve nasıl oluyorsa her problemi de bir şekilde çözen Gökhan.

Ben de ömrüm boyunca "Mükemmelim deme, hatta mükemmel olma. Ama mütemadiyen kendini sorgula, sana iyi gelmeyen, zarar veren bir yönün varsa değiştir, geliştir." kafasında bir insan olduğum için, bu adam beni bambaşka bir Eylül yaptı! Hatta bazı durumlarda boynuz kulağı geçti bile diyebilirim!

Ama bu benim kişisel gelişimimin değil, tüm bu 'rahatlayışlarım' doğrultusunda yaşadığımız son derece muzur ve sevimli bir seyahatin hikayesi.

.. HADİ KALYMNOS'A ..




Sene 2017, aylardan ağustos, Bodrum'dayız. Turgutreis'ten her gün Yunan Adaları'na sabah git-akşam dön seferler yapılıyor ve bunlardan biriyle kendimizi Kalymnos'a attık. Daha önce bu şekilde Kos'a gitmiş ve akşam olduğunda, yani aslında adanın en güzel saatleri başladığında, tabiri caizse popomuza baka baka geri dönmüştük.

Kalymnos'a vardığımızda bir saat pasaport kuyruğunda harcanan sürenin  sonunda kendimizi adanın sokaklarına attık. 
Plan: Önce kahvaltı, sonra bol bol gezip fotoğraf çekmek, akşama doğru bir yerde oturup yemek yemek ve sonra feribota atlayıp evimize geri dönmek. 

Peki ya olanlar?

.. BİR KOKU GELİYOR SANKİ ..

Evet, keyifli bir mekanda omlet + harika frappeler eşliğinde yapılan kahvaltının ardından kendimizi  ara sokaklara atıp, o sevimli evlerin, pazar günü olmasından dolayı birçoğu kapalı olan dükkanların, kiliselerin, incik boncukların, dar ve yüksek merdivenlerin, pencerelerden sarkan rengarenk çiçeklerin, sevimli yerlilerin arasında fotoğraf çekmeye verdik. Sıcaktan dolayı pişerek ama son derece keyifle geziyorduk.

Sonra ara sokaklardan birinden burnuma bir koku geldi. Kızarmış balık kokusu. Mis gibi. Beyni burnundaymışçasına yaşayan bir insan olarak hemen o tarafa yöneldim.

Turist kalabalığından uzak, dışarıda minik ve salaş masaların olduğu,gölgelik, tatlı tatlı esen, insanların bir yandan balıklarını yiyip içkilerini içerken, diğer yandan keyifli bir rehavetle sohbet edip gülüştükleri harika bir yer! Üstelik hem mekanın ruhundan, hem de konuşmalarından anladığım kadarıyla burası yerlilerin geldiği bir restoran! Kısacası, tam benlik.

Gökhan'ın klasik "Oturmaya mı geldik, birkaç saat daha gezelim, sonra geliriz yemeğe." demesine rağmen, iyi ki oturduğumuz yer. Çünkü burası  yerlilerin denizden çıkıp gelip, yemeklerini yiyip tekrar denize dönmelerinden sonra kapanan, gece falan açık olmayan bir mekanmış! Tekrar söylüyorum: Tam benlik!



Kapanana kadar oturduğumuz saatleri hayatımın en keyifli anlarından sayabilirim. Yediklerimizin lezzeti, ortamın sevimli salaşlığı, art arda içtiğimiz Alfa'ların üstümüzde yarattığı tatlı gevşekliğin mutluluğu, yan masalardan masamıza dolan Yunanca sohbetler ve o sevimli yerli kahkahalar bir yana, mekan sahibinin canayakınlığı bizi bizden aldı. 

Ortamda müzik yoktu, adam kapaklı, siyah, döküldü dökülecek bir cep telefonundan çaldığı şarkıları isteyen kişinin masasına bırakıveriyordu. Bizi de çok sevdiği için, o cep telefonu bizim masaya da geldi, Türkçe Yunanca karışık muhteşem düet parçalarla birlikte!

O mekanda aldığım keyfi ben bile tam olarak kelimelere dökemem inanın. 

Yerlilerin yavaş yavaş denize dönmesinden ve abimizin yolluk olarak bize birer bira daha ikram etmesinden sonra, son derece uygun olan hesabı ödedik ve restoran kapandı.

Kalkınca marketten birer kutu Mythos alıp, içerek gezmeye ve fotoğraf çekmeye başladık. Biraz ara sokaklarda, biraz deniz boyunda, çokça ağaçların arasında dolaşıyoruz.. Ada güzel, eski evler güzel, hava güzel, bizim kafalar hepsinden güzel!

Ve benim içimde coşkuya karışmış koca bir hüzün, çünkü feribotun kalkmasına bir buçuk saat kalmış ve kafamda sadece şu cümle dönüyor: "En güzel saatinde bu harika adayı bırakıp nasıl döneceğiz?" Başka bir ses de usulca ve hin hin fısıldıyor:
 "Keşke dönmesek..."

Sonunda, yeter bu kadar gezmek deyip, kalkışa bir saat kala, feribotun gelişini görebileceğimiz bir tavernaya oturduk, geldi biralar. Ah o biralar. :)

.. MENDİL SALLAMANIN DAYANILMAZ CAZİBESİ ..



O kadar istemiyorum ki dönmeyi, oturduğumuz andan itibaren Gökhan'ı didiklemeye başladım.
"Ya aslında kalınabilir burada. Olmaz mı? Sonuçta tatildeyiz, döneceğimiz sorumluluğumuz mu var. Ha Bodrum, ha Kalymnos." 
Gökhan'dan tepki "Aa yok nasıl olacak o.. Planı bozmayalım, nasılsa yine geliriz.."

Ben vazgeçer miyim: "Yani.. Planlar bozulamaz mı? Azcık spontan davranılamaz mı? Çok keyifli olabilir, bir düşün.."

Baktım adam direnç gösteriyor, bol bol şerefe yaparak ilk biraları bitirtip, ondan habersiz ikincileri söyledim. Yakınlarım iyi tanır beni, taktik, numara bilen biri değilimdir hiç, hele de erkekler konusunda ama orada kalmayı artık nasıl istediysem, içimde yıllardır saklı kalmış fettan Yeşilçam kötü kadını gözünü açtı ve adamı sarhoş edip kalmaya ikna decek zaar!

Feribotun gelmesine kalmış on beş dakika, ben hala sondaj yapıyorum.
"Ay yok benim hiç dönesim yok. Bu ada bırakılır mı? Hem düşünsene gecesi ne güzeldir. Balık sofrasında uzoları da götürürsün bak.. Çok keyifli olur!"

Gördüğünüz gibi, eğer taktik bilen bir kadın olsaydım, onca dil dökeceğime, balık sofrası ve uzo kozunu en başta kullanırdım!

Veee... Gözündeki "Acaba?" ışıltısını gördüğüm anda içimden dedim, "Tamam buradayız. Yaşasın!"

Sonra feribot geldi. Biz o sırada çok matrak Instagram hikayeleri çekip paylaşmaya başladık, feribotu kaçırmak üzerine. 
Yolcuları aldı, görüyoruz.  Biz videolara devam. Saati geldi, geçti, kocaman gülerek gemiye kadeh kaldırıyoruz. 

Sonra,vakti geçti, hala yerinde duruyor.
Ben bir an önce kalksın istiyorum, adam vazgeçer falan. Bir de dediğim gibi son anda vasıtalara yetişme konusunda da uzman. Beni de takar peşine, tam kalıyoruz derken kendimi feribotun tahta banklarında oturuyor bulurum diye aklım gidiyor!

Geminin yolcu listesi var, isimlerimiz kayıtlı ama ortada yokuz, belli ki bekliyorlar, hababam düdüğe asılıyorlar, ben muzur muzur gülüyorum, hadi tamam gelmiyoruz işte, size güle güle diyorum, derken nihayet hareket etti. 

Ohh. Arkasından hayali mendilimi sallamak kadar keyiflisi yoktu o anda. Sevinçten içim içime sığmıyordu.

Ama...

Gel gör ki, geminin GERÇEKTEN GİTTİĞİNİ idrak eden Gökhan bir anda biraların etkisinden çıktı ve bir aydınlanma (ya da kararma mı desek!) yaşamaya başladı.

İşte bunun sonrasında yaşananlar ve orada kaldığımız süre boyunca olanlar, en kısa zamanda, ikinci yazıda gelecek! 
Takipte kalın!
...

İkinci yazıda:

- Bir anda kabuk değiştiriveren koca ile uğraşma sanatı.
- Günübirlik geldiğin adada, yedek kıyafetsiz, çamaşırsız, kısıtlı bütçeyle kalakalınca ne yaparsın?
- Böbrekleri kaptırır mıyız dedirten karanlık sokaklarda turlar.
- Muhteşem bir plaj günü.
- 1.5 Euro'ya uzo içmenin tarifsiz keyfi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...