Sayfalar

24 Ağustos 2017 Perşembe

DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN MELEĞİM




Bugün senin doğum günün ama ben senin hangi gün doğduğunu bilmiyorum aslında.
Kaç yıl yaşadığını,
ve kaç yaşında öldüğünü de.

Bildiğim tek şey, yedi sene önce bugün, tam da bu saatlerde - akşam beş suları -, naneli limonatalarımızı  içerek, sürekli saati kontrol ederek, arka masada oturan çiftin konuştuklarına kulak kabartarak - heyecandan ne yapacağımızı bilemiyorduk çünkü!-  seni bekleyişimiz ve Gümüşlük kumsalının kenarından, yabancı bir adam ile kadının elinde, sevimli bir tüy topağı halinde bize doğru yürüyüşün, seni gördüğüm anda elimin ayağımın çözülüşü, "Ay geliyor Gökhan, geliyor!" deyişim ve bize 'teslim edilişin'.

Hayatımın en güzel, en şaşkın, endişeli, heyecanlı, keyifli anı.

Seni ilk görüp, "Ben bu köpeği sahipleneceğim" deyişimin üzerinden dokuz gün geçmiş ve işte yanımızdasın! Tasmanı elimize tutuşturup gittikleri anda, biz üçümüz baş başa kaldığımız anda başladı o 'güzel hayat'.




Seni ben istedim.
Ben kafaya taktım. İlk gördüğüm günden sonra ben aradım ve buldum.

Ama, "Bu sorumluluğa hazır mıyız?" ikilemleri içinde kıvranan Gökhan'a verdim ismini koyma görevini. Kendini sana yakın hissetmeye başlasın diye.

"Mısır olsun mu?" dedi.
"Çok tatlı bir isim" dedim, "Olsun tabii."

Bugün şimdi, burada, seninle yaşadığımız hayatı anlatmayacağım, sen zaten hepsini biliyorsun.
Ama, her ne kadar hissettiğinden emin olsam da, yine de şunları da bil istiyorum, canım oğlum:

Sen bir canlının başka bir canlıya yaşatabileceği en güzel şeydin.

Beni anne yaptın. 

"Bırakın şu hayvanları, çocuk yapın artık" diyenlere inat, ben seninle; hiç büyümeyen, hiç konuşamayan, derdini söyeleyemeyen, benim sözlerimin anlamını bilmeyen ama hisseden, bir bakışı ile bana neler neler anlatan çocuğumla öğrendim, annelik nasıl bir şeymiş.
Duyacağım ve sevinçten coşacağım 'ilk kelimelerin', ilk emekleyişin olmadı, günden güne gözümüzün önünde serpilip gelişmedin belki ama bize bağlandıkça, günler, yıllar geçtikçe nasıl da gösterdin bize sevgini. O, pek çok insanın hissedemeyeceği ve hissettiremeyeceği aşkını.

Benden, bizden önce 'sen' vardın hep. 

Sen keyifsizKen bize gülmek yoktu, seni doyurmadan boğazımızdan geçmezdi lokmalar.

Gökhan, "Onun için, daha uzun yaşaması için ömrümden veririm." derdi.
Ve sen, kocamın nasıl muhteşem bir baba olduğunu görmemi sağladın.

Sen bizi mutlu, sevimli, minik bir aile yaptın. Tek kelimeyle canımız oldun, sanki sonsuza dek var olacakmışsın, hep yanımızda kalacakmışsın gibi...

Ama gittin.

Gittin!

Evet hastaydın, evet durumun kötüydü, kötüleşiyordu ama hiç tahmin etmemiştim biliyor musun bizi tamamen bırakıp gideceğini. Belki de zihnim kabullenmeyi reddediyordu, kimbilir..

Sonuna kadar savaşacaktık, elimizden gelen her şeyi yapacaktık, 'en kötü ihtimalle' yatalak kalacaktın ve biz ömrünün sonuna kadar seni kucağımızda, başımızın üstünde taşıyacak, belki sana tekerlek yaptıracak, hayatımızı sana göre şekillendirecek, çişini, kakanı elimizle temizleyecek ama her koşulda seni hep ama hep mutlu edecektik.

Böyle olacaktı. Böyle olacaktı!

İşte bu yüzden, hep beraber salondaki koltukta, senin yanında uyuduğumuz o gecenin sabahında -belki de ilk defa "Acaba? dediğim o lanet gecenin sabaha karşısında-, son nefesinin sesini duyarak tetikteki uykumdan fırladığım andan itibaren, saatlerce bırakamadım cansız bedenini.

Bırakamadım. Çünkü sıcacıktın hala, yumuşacıktın. Bildiğim, alıştığım oğlumdun. 

Çünkü böyle olmaması gerekiyordu!

Bu yüzden, gideceğini  asla tahmin edemeden, konduramadan, son günün, son saatlerin olduğunu düşünemeden, sen arka odada yatarken saatlerce o lanet olası sınav cd'leriyle uğraşıyordum! Bilmediğim için oğlum, aklıma bile getiremediğim için, gecenin on ikisinde -evet senin yanında -  ama sana dokunamadan, seni koklayamadan hala okula not yetiştirmeye çalışıyordum! Son saatiydi çünkü not girişinin.

Son saatlerinmiş meğer senin, oğlum.

Ben işimi bitirdikten sonra, sadece beş saatimiz kalmış meğer birlikte yaşayacağımız.

Son son sevmek, konuşmak, "İyi olacaksın, dayan" demek, tüylerinin her zamanki o tatlı ve tozlu kokusunu doya doya -DOYA DOYA!!!- içime çekebilmek için. Burnumu kuru burnuna sürttürmek, boynundan öpmek için son saatler!

Kustuğun o lapa, yediğin son mamanmış, son çişin, son kakan, acıyla çıksa da son seslerinmiş o içimizi delenler. Ve ertesi gün hekimine göndermek için kaydettiğimiz video ve fotoğrafların, bize kalan -canlı olarak- son görüntülerinmiş, oğlum. Ah oğlum!

Halbuki ne güzel videolarını, fotoğraflarını çekmiştik altı buçuk yıl boyunca.

İlk günlerin...

İlk doğum günün. 

Meğer sana nasıl zarar verdiğini hiç bilmediğimiz, bizi hep neşeye boğan dört ayak üstünde zıplayışların..

Park gezmelerimiz; Seni, bacak kadar boyuna bakmadan saldırdığın kocaman erkek köpeklerden korumak için uğraşmalarım. Aslında sen beni onlardan korumaya çalışıyordun değil mi güzel, kocaman yürekli kuzum?

Uzun araba yolculuklarımız; On iki saatlik yolculuğun neredeyse on saatinde, ayakta ve başını ikimizin arasından uzatarak geçirdiğin kilometreler.. Çünkü hep yanımızda, aramızda olmak istiyordun değil mi?

Son senelerde kendiliğinden çıkamadığın ama öncesinde bir zıplayışta atladığın yatağımızda geçirdiğimiz sayısız mutlu anlar, uykular, beraberce...

Sen aramızda, kafan kucağımızda izlediğimiz nice diziler, filmler...

Keyifle yiyesin diye sana verdiğimiz kemikleri saklayışın - ah oğlum kim alacaktı senin kemiğini!-  ama Faik geldikten sonra -rekabetten dolayı- onları anında mideye indirişin! 

Ve karpuz... Hayatta en sevdiğin şeydi değil mi? O yüzden ne zaman yesek, kendi payını alana kadar masanın yanında bıkmadan, yorulmadan zıplayıp duruyordun. Hadi sor bana şimdi, anneciğim, boğazın düğüm düğüm olmadan karpuz yiyebiliyor musun benden sonra, diye..

Yiyemiyorum oğlum. Yiyemiyoruz. Artık ilk karpuz lokmalarımız hep senin için, senin adına, senin anına yeniliyor evimizde.

Her yerdesin, her saniyedesin.

Evet, öleceğini hiç düşünmüyordum bizi bırakıp gittiğinde. Ama biliyordum, hep bildim, bir gün bu olduğunda yaşayacaklarımızı. 

Ama sen gerçekten gittiğinde, o zaman anladım kalp gerçekten nasıl acırmış. Sevdiğinin kaybından doğan o boşluk nasıl bir şeymiş, nasıl cehennem  gibi soğukmuş. Nasıl günlerce hiçbir şey yapamaz, hissedemez hale getirirmiş insanı. 

Hep 'ben' diyorum oğlum ama ne yaşadıysam, nasıl yandıysam aynı şekilde yandı, yaşadı baban da. Sen çok iyi biliyorsun aslında bu cümlelerin 'biz' olduğunu. 

Beraber yaşıyoruz her şeyi. Bazen deliler gibi ağlayarak, birbirimizin omzunu ıslatarak. Kimi zaman aynı anda dökülüyoruz, kimi zaman da birimiz kötü oluyor, diğeri onu teselli ediyor. Sonra o daha da kötü oluyor falan. Birbirimizden haberdar olmadan da gözyaşı döktüğümüz nice anlar vardır...

Güzel oğlum. Her gün seninle konuşuyorum. Konuşamasam, montuna sarılıyorum. Fotoğrafların zaten hep gözümün önünde.

Ne var biliyor musun? Aslında sen hiç gitmedin, gitmemişsin. Evet, sana dokunmayı delicesine özlüyorum, yeniden dokunabilmek için ölüyorum. Hatta sana kavuşacağım için ölümden bile korkmuyorum artık. Ve evet, hep yalvarıyorum sana, rüyama gel diye ama içimde sıcacık ve çok net bir his var ki, işte o his ile biliyorum ki, aldığım her nefeste ve sonrasında hep benimle, bizimle olacaksın.

Sen şimdi sadece rahat uyu, mutlu uyu olur mu? Nasılsa bir gün buluşacağız.
O güne kadar, yaşadığımız tüm güzel günler hatırına, içimize mıhlanan her güzelliğin anısına ve karpuz aşkına;
DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN KÜÇÜK ADAM'IM, MISIR'IM.


............................................................................................................................................



                                                   (Mısır'ı bulduğumuz gün.)

















2 yorum:

  1. Kedilerimiz, köpeklerimiz bizi evlatlarımızdan farklı değiller, onların gidişi hiç unutulmuyor, acıları hep yüreğimizde...onlar ailemizin birer üyesi çünkü:( Eylül'cüğüm epeydir yoktun bloğuna geri döndün umarım, hoşgeldin. Bana da uğramıyorsun hiç...:(

    YanıtlaSil
  2. Ah Müjde Abla'cığım, nedense Mısır'ım ile ilgili bir şeyler yazmadan bloga başka bir şey yazasım gelmemişti. Ama oğlum için de bir türlü elim varamadı aylardır. Şimdi hazır doğum günüyken, gün bugündür dedim ve yazdım.
    Yazmadığım kadar, girip okuyamadım da takip ettiğim blogları maalesef. Yani tabii ki sizinle özel olarak ilgilisi yok. :)) İnşallah bundan sonra hem yazar hem okur olarak daha aktif olabilirim.
    Çok öpüyorum, sevgiler. :)

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...