Sayfalar

7 Eylül 2014 Pazar

Seni Tanıdığıma Çok Memnun Oldum, TABARLY




Bu akşam hayatımda ilk defa, hangi filmi izleyeceğimi bilmeden sinemaya gittim.
Son anda yapılmış bir plan değildi. Bu akşam filme gideceğimi birkaç akşamdır biliyordum.
Ancak gel gör ki, neyi izleyeceğim hakkında gerçekten hiçbir fikrim yoktu. Bildiğim tek şey; denizle ilgili olacağıydı.

Çünkü, Turgutreis D-Marin'deki, pek düşkün olduğum açık hava sinemasında sezon kapanmış, normal vizyon gösterimleri bitmiş ama her akşam başka bir filmin gösterileceği, bir haftalık "Deniz Filmleri Festivali" başlamıştı.
Bir-iki tanesi haricinde (Jaws ve Deep Blue) filmlerin neler olduğu ve hangi güne hangi filmin denk geldiği hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Açıkçası bunun hiçbir önemi de yoktu.
Açık hava sinemasında (hele de son son) gösterilecek olmaları ve deniz temalı olmaları yeterdi benim için.
Hal böyle olunca, keyifli bir deniz gününün ardından duşlarımızı aldık, yemeğimizi yedik ve çıktık. Çıkmadan önce "İnternetten bakalım bu geceki filme." diyen kocama, "Yok bakma, bakarsan da bana söyleme. Süpriz olsun bu sefer." dedim.

Gerçekten çok güzel bir süpriz oldu!

Denize ve denizin üstünde seyreden her şeye aşık, uzun yıllar evvel babası evin teknesini sattığı için delice üzülen ve kocasıyla "Bir gün mutlaka teknemiz olsun." hayalleri kuran bir insanım. Ama birçok deniz tutkununun aksine, illa ki bir yelkenlim olsun gibi bir tutturmam da olmadı. Denizde seyretmemi sağlayacak ve mümkünse uluslararası sularda da gezebileceğim donanıma sahip herhangi bir 'şeyim' olması kafiydi. 
İşte bu yüzden de  yelken ve yelkencilerle ilgili detaylı bir bilgim ve kültürüm yok. Ve yine bu nedenle sinemaya girerken bugünün filmine ait afişteki yüz ve isim bana herhangi bir şey ifade etmedi.
Ta ki "Tabarly" adındaki film başlayana kadar.
Başladıktan kısa bir süre sonra, Eric Tabarly isimli dünyaca ünlü yelkencinin uzun metraj belgeseli olduğunu anladığımız bu film, gerçekten olağanüstüydü!
Küçücük yaşında babasının Pen Duick isimli yelkenlisiyle deniz ve yelken aşkı başlayan ve yaşadığı her günde, aldığı her solukta bu aşkını fersah fersah büyüten, kendi tasarladığı tekneleriyle yarışlardan yarışlara, başarılardan başarılara koşan, rekorlar kıran, bazen tek başına, bazen şahane ekibiyle dev dalgalarla ve türlü tehlikelerle savaşan, rüzgarlarla sevişen bir adam Tabarly.
Çekingen, fazla konuşmayı sevmeyen, hüzünlü ve mahçup bir gülümsemesi olan, fiziksel olarak da fazlasıyla çekici, inanılmaz tutkulu bir adam.
Onun denizle, daha doğrusu teknelerle olan bağını en iyi anlatan kelime gerçekten bu olur: Tutku.

Pierre Marcel'in yönetmenliğini yaptığı ve Yann Tiersen'in müzikleriyle bezeli bu film bir adamın sahip olduğu bu olağanüstü tutkuyu o kadar iyi veriyor ki, izlerken gerçekten büyüleniyorsunuz.
Ve bu belgeselin her saniyesi gerçek görüntülerden oluşuyor. Mizansen yok, canlandırma yok. 
Gerçek Eric Tabarly, gerçek tekneler, seyirler, yarışlar, maceralar, gerçek dalgalar, ve en güzeli gerçek gerilim ve huzur...
O kadar güzel bir kurgusu var ki her sahne insanın içine işliyor. Bazen yüreğin ağzına geliyor, yarış sahnelerini izlerken o dev dalgaların altında kalacakmışsın gibi ürperiyorsun, bazen de onların o anda içinde süzüldükleri denizin kokusu geliveriyor sanki burnuna. Teknede yedikleri salaş yemeğini tadını damağında,  bağırmalarını, kahkahalarını kulağında hissediyorsun. 

İnsan bu filmin her saniyesini gerçekten hayranlıkla izliyor. Ben çoğunlukla elim kalbimde, bazen nefesimi tutarak, bazen de gözlerim dolarak izledim.
Hikayesini izlediğim hayat muhteşemdi. Belki başka izleyicilere güzel gelmeyebilir, sonuçta adamın hayatının neredeyse tamamı denizde geçiyor. Ama diyorum ya, bu tutku gerçekten muhteşemdi. Her ne yapıyor olursak olalım şu hayatta, eminim ki böylesi bir tutkuyla yapıyorsak eğer, hayatımızın son günü geldiğinde, "Evet" deriz, "Ben bu hayatı dibine kadar güzel ve mutlu yaşadım."
Tamamen gerçek görüntüleriyle, film boyunca gözümüzün önünde yaşlanan bu harika adam, gerçekten harika bir hayat yaşamış. Ne mutlu ona.

Ve ne mutlu bize ki, yüreğimize bu kadar işleyen bir hayat hikayesini, böyle harika bir filmle keşfetmiş olduk.
Hepinize öneriyorum bu filmi ama söylemeden de geçemeyeceğim bir şey var. Bence bu filmi küçük ekranlardan izlemek, sizi içine alıveren o görsel şölene haksızlık olur.
Eğer mümkünse izleyebileceğiniz en büyük ekranda ya da perdede izleyin derim.

Böylesi bir güzelliği hak ettiği gibi büyük perdede ve üstelik esintili bir açık havada, hele de tepemizde eylül ayının bulutları ve dolunay olmaya çalışan bir ay varken izlediğimiz için çok şanslıyız.
Öyle güzel bir etki yarattı ki, film bitip de insanlar gittiğinde dahi ben bir süre minderimden kalkamadım. Boğum boğum oldu boğazım, gözümden yaşlar geldi.

Denize ve yelkene özel bir ilginiz olmaksızın, eminim sizde de izler bırakacaktır.
İzleyin, mutlaka izleyin.











2 yorum:

  1. Hiç duymamıştım Eylül'üm, Tabarly de kim dedim hatta:))))bir şeye tutkuyla bağlı olup ömrünü o şeye adayanların hayatları ilginç oluyor, ne mutlu ona hayalinin peşinden gitmiş...anlatmamışsın ama sonu acıklı bitti sanırım :( çok teşekkürler Eylül'cüğüm, bilmediğim yeni bir şey daha öğrendim sayende...böyle yazılara bayılıyorum...şimdi wikipedia'dan da bakacağım...
    sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Müjde Abla'cığım, yazımın sizde böyle bir etki yaratmasına inanın çok mutlu oldum. Ben de aynen bu hislerle girmiştim filme, afişi görünce "Tabarly kim ola ki?" demiştim. Ama çıktığımda onu tanıdığım, bu film sayesinde ondan haberdar olduğum için çok mutlu oldum.
      Filmin sonu kötü diyemeceğim, yani Tabarly 1998'de vefat etmiş bir insan, ama ne şekilde öldüğünü filmin son sahnesinde öğrenince insanın içi gerçekten fena oluyor, tabii ben burada yazmayacağım.
      Gerçi netten baktıysanız görmüşsünüdür zaten.
      Kocaman sevgiler!

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...