Sayfalar

22 Ekim 2012 Pazartesi

Rüzgarla Gelen


































Bu sene temmuz ve ağustos aylarında Bodrum'a pek uğramayan bir şey vardı. Esinti. Rüzgar. Sabahın altısında da, gecenin on ikisinde de hava bunaltıcı sıcak olur mu? Oldu bu yaz. Sabah serinliğinde edilen kahvaltılara, akşam güneş battıktan sonra yenilen bunaltmayan akşam yemeklerine hasret kaldık uzun bir süre. 
Eylül ayından beri yine bunaltıcı günlerimiz olsa da artık ara ara kendini gösteren puf puf bulutlarımız, hala bolca güneşimiz ve nihayet püfür püfür rüzgarlarımız var! 

Bodrum'un, daha da doğrusu yazın rüzgarları sadece bizi serinletmekle kalmıyor, çeşit çeşit güzelliği de beraberinde getiriyor aslında. 

Kışın hepimiz sımsıkı kapadığımız kapılarımızın, pencerelerimizin ardında yaşıyoruz hayatlarımızı. Evimizde olduğumuz sürece dış dünyanın seslerinden, kokularından ve başka yaşantılardan izoleyiz. Bazen gürültücü komşuların tantanaları ya da volümü yüksek müzikler duyuyoruz. Ya da apartman hollerinde birbirine karışan televizyon dizisi, ana haber bülteni sesleri, kavrulmuş soğan kokusu, bazen üst kattan çocuk koşuşturmaları, topuk tıkırtıları, bazen bağrışmalar.  Bunlar kışa aitmiş gibi geliyor bana, daha içe kapanık, daha boğuk sesler ve kokular. Evlerin içlerinden dışarıya gizlice  sızanlar.

Ama yazın öyle mi? Yazlıklarda, sahil kasabalarında yazın hepimiz dışarıdayız. Hayatlar, keyifler açık havada yaşanıyor. Balkonlarda, bahçelerde, kumsallarda. Kapılar açık, pencereler açık. Başka yaşantıların kokuları ve sesleri begonvillerin, uçuşan perdelerin arasından yayılıyor ve bir bakıyorsun senin hayatının içine akıp, senin gündelik fonun ve hatta keyfin oluveriyor.

Gündüzleri denizden gelen insan cıvıltıları, hindistan cevizli güneş kremi kokusuna, köfte-patates ya da gözleme kokusuna ve o eşsiz deniz ve tuz kokusuna karışıyor.
Akşam üzeri denizin açıklarından geçen balıkçı teknesinin huzurlu takatakataka sesi, yine uzaklarda bir yerlerden gelen mis gibi patlıcan ve kabak kızartması kokusu ile senin evine doluveriyor.  Öyle güzel bir koku ki bu, sanki o anda yoğurduyla birlikte önünde duruyormuş da, ekmeğini o yoğurda bandırıverecekmişsin gibi hissediyorsun. Bundan daha iştah açıcı bir şey düşünemiyorum ben.

Belki birinin terasında demlenirken dinlediği müzik ya da belki bir açık hava meyhanesinden kopup gelen melodiler, tepeleri, kumsalları aşıp, biraz cılızlaşarak ama huzurlu bir ninni gibi sana ulaşıyor. Gözünü kapatıp, ayaklarını da uzatıp kendini dalga sesleriyle birlikte bu cılız müziğe bırakırsan, yaşatacağı huzura ve dinginliğe şaşarsın...

Balkonlardan yayılan mırıl mırıl konuşmalar, tatilin ruhlarda yarattığı neşe ile atılan tok kahkahalar, hele de o bayıldığım, bir sürü evden yayılan ama ortak bir keyif atmosferi oluşturan 'başkalarının' çatal bıçak sesleri... Mangalların, barbekülerin dumanları,  sağlığa ve kim bilir hangi hayallere kaldırılan bardakların birbirine değdiği an çıkardıkları o tatlı yankılanma.

İşte bunlar yazın sesleri. Bunlar yazın rüzgarla gelen eşsiz keyifler. Rüzgarın, başkalarının hayatlarını bizim hayatımıza katışı... 
Burada her ne kadar yazdan da güzel bir ekim ayı geçirdiysek de, gerçeği kabul etmek lazım; kış kapıda. Bir süre sonra Bodrum'da da pencerelerimizi açamaz hale geleceğiz. Ve zaten o zaman da İstanbul'a dönüş vakti gelecek.
İşte o İstanbul kışı boyunca, yaz esintilerinin getirdiği her şeyi; plajların, sokakların gündelik seslerini, burnuma gelen mis kokuları hele de en çok tekne takatakalarını çok özleyeceğim!

Daha Bodrum'dayım. Ve şehre dönene kadar mümkün olduğunca pencerelerimi açık tutacağım. Tutacağım ki, yaza dair neler kaldıysa dışarıda, rüzgar ile gelsin, dolsun evimin, hayatımın içine...


2 yorum:

  1. Ne kadar güzel, ne kadar da akıcı anlatmışsınız. Yüreğinize sağlık!
    Sevgiler.
    Emine Karaoglu

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, çok sevindim beğenmenize. :)

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...