Sayfalar

19 Eylül 2020 Cumartesi

DİN-LEN-MEK...

 


Son zamanlarda kafama sık sık takılan bir şey var.

Neredeyse hepimiz şu ya da bu şekilde bir hayat gailesinin içindeyiz. Sevdiğimiz ya da sevmediğimiz işlerimiz var, çalışıyoruz, para kazanıyoruz, koşturuyoruz... Farklı farklı da olsa hayallerimiz, uzun ya da kısa vadede hedeflerimiz var. Arzularımız, isteklerimiz var. Ve hayatımızın hatırı sayılır bir kısmı bunları elde etmek ya da olanı elde tutmak için çabalamakla geçiyor.

Peki acaba tüm bu süreçte biz, ne kadar dinlenebiliyoruz?

Evet, senelik izinlerimiz var. Bayram tatillerimiz ya da yaptığımız işe göre değişecek şekilde oradan buradan 'koparabildiğimiz' kaçamak boş zamanlarımız, akşamları eve geldiğimizde kendimize, ailemize ayırabildiğimiz sınırlı saatlerimiz ve bir de haftasonlarımız var. Yani aslında pek çok tatilimiz var ve çoğumuz kullanıyoruz da bu haklarımızı.

Peki bize verilen bu haklar içinde, biz gerçekten hak ettiğimiz şekilde, kaliteli dinlenip rahatlayabiliyor muyuz?

Yoksa, bize dayatılan o süreler zarfında, "Dinlenmem lazım, dinlenmem lazım!" şartlanması içinde, zihinsel olarak daha mı çok koşturuyoruz?

Çalışmayı çok seven, üstelik elinde sevdiği bir proje varsa, sabahlar olmasın şeklinde aşkla işine kapanabilen, saatleri unutan bir insanım. 

Diğer yandan asla bir işkolik değilim, tatil denen boş zaman dilimine bayılan, her boş anının tadını doyasıya çıkarmaya çalışan biriyim. Peki acaba bunu ne kadar başarabiliyor(d)um, ne kadar başarabiliyoruz?

.. ME IN QUEUE ..

"Me in Queue" adında kısa bir animasyon izlemiştim taa ne zaman önce. İki vezne kuyruğu olan bir ortamda, karakterimiz tam ortada durmuş, hangi kuyruk hızlı ilerleyip kısalıyorsa onun arkasına geçiveriyor. Ama şansına, o kuyruk değiştirdiği anda diğer kuyruk hızlı akmaya başlıyor. (Murphy'ye selam olsun.) Bu zavallıcık da bir ona, bir diğerine geçerek helak oluyor ve sonunda o ulaşamadan, mesai saati bitiyor ve iki vezne de kapanıyor. Çok gülmüştüm bu sevimli animasyona ve - maalesef - "Aha, aynı ben yahu!" demiştim. :)

İşte ben, boş zamanlarında ya da tatillerde bazen bu Me in Queue karakterinin kafasına girdiğimi fark ettim. 

- Oh harika, tamamen bana ait kocaman bir günüm var, bol bol kitap okuyayım..

- Hmm.. Ya da dur, şu bir türlü başlayamadığım üç saatlik film vardı ya, fırsat bu fırsat onu izleyeyim...

- Gün içinde bir iki saat uyumak da fena fikir değil. Ama... Vakit kaybı mı?

- Ayy, yok yok, ben biriken fotoğraflarımı editleyeyim en iyisi...

- Ya da hazır boşken, eve mi bir el atsam? Dingo'nun ahırına döndü...

- Hava da pek güzel, ne yapsam, eve kapanmayıp, şöyle boğazda güzel bir yürüyüş mü yapsam?

- Aa hazır boşken, şöyle mis gibi çeşit çeşit yemekler mi pişirsem? 

- Hmm çeşit çeşit yemek demişken, acaba koşu bandına çıkıp adamakıllı egzersiz mi yapsam?

Bir de bunun Bodrum versiyonu var:

- Sevgili balkonumdayım ne güzel, yayılıp manzarayı seyredeyim saatlerce...

- Ay ama deniz de süt gibi bugün, aşağı inip bütün günü kumsalda mı geçirsem?

- Işık da şahane aslında, fotoğraf çekmeye mi çıksam?

- Yok yok, sahil boyunca yürüyüş yapayım en iyisi, dün de çok yedim zaten, eritirim..

- Ama denize girmek de istiyorum. Ama balkonda kitap okumak da istiyorum. Ama fotoğraf çekmek de istiyorum. Ama ama ama...

İmdat!!!

Hadi bakalım, karar vermeye çalışarak geçti gitti koca bir saat. Ve bunlardan birine karar verdim, başladım diyelim. Bitti mi? Bitmedi! Çünkü o karar verdiğim şeyi yaparken aklım çağanoz çağanoz, vazgeçtiklerime kaymaya başlıyor. "Ay o film de çok güzeldi, izlese miydim? Hava da mis hakikaten, çıksa mıydım ya? Hmm.. Pöf!.."

Önce karar vermeye çalış, karar verdikten sonra da aklın diğerlerine gidi gidiversin, elindekinden de yeterli keyfi alama. Sonra ne oluyor? Vezne kapanıyor. O kıymetli tatil günü bitiyor, puf! Geçmiş olsun.

Uzun süre böyleydim. Senelerce belki. Şimdi sorarım size, insan bu şekilde gerçekten verimli dinlenebilir mi? Mümkün mü bu? 

Değil tabii ki..

Baktım olmuyor, bu konuda kendimi terbiye etme sürecine girdim. Sürekli kendime şunu hatırlatmaya başladım:

"Ne yapıyorsan yap ama tadını çıkartarak yap. Ve sadece 'onda' kal"

Başardım mı? Büyük ölçüde. İnsanız tabii, robot değiliz, ama başardığım kadarı bile bana çok iyi geldi.

.. ÇEMBERİN DIŞINDAKİLER? ..

Fakat işin başka bir noktası daha var, hatta belki de en önemli noktası.

Tamam boş zamanımızda ne yapacağımıza karar verdik ve 'onda kalmayı' da başardık, harika.

Peki acaba biz, hepimiz, bu kıymetli boş zamanlarımızda gerçekten yapmak istediklerimizi mi yapıyoruz?

Hayatın ya da birlikte olduğumuz kişilerin, farkında olmadan da olsa bize dayattıklarını ya da "Dinlenirken şunlar bunlar yapılır!" diye yıllar boyu kodlandıklarımızı ya da başka türlüsünü sorgulamadığımız için halihazırda elimizde olanları mı yaşıyoruz?

Koskoca bir yıl deliler gibi çalışıp, sonra bir iki haftalığına tatil köylerine kapanıp, belirli saatlerde yemek yiyip, belirli saatlerde denize girip, aslında başkalarının hazırlamış olduğu zamanlamaya uymaya çalışarak, GERÇEKTEN ne kadar dinlenebiliyoruz?

Haftasonlarında ya da akşam eve döndüğümüzde, kanepede uyuyakalmadan önce eşimizle, sevgilimizle, çocuğumuzla ya da tek başımıza geçirdiğimiz o birkaç saatlik zamanda, evet mutluyuz, evet sevdiklerimiz yanımızda, evet stresli günün ardından ayaklarımızı uzatabilmişiz çok şükür ve bu gerçekten çok güzel, ama yeterli mi? Gerçekten arzu ettiklerimizin hepsi, gerçekten bu kadar mı?

Yoksa bunlar sadece gerekenler mi? Bir şekilde idare ettiklerimiz mi? Bize öğretilenler mi? Annemizin ya da babamızın ya da eşimizin ya da bilmem kimin istedikleri mi?  

Gözlerimizi kapatıp, kendimize dürüst olarak: "Bunların dışında başka ne yapmak isterdim? Neleri kaçırıyorum şu hayatta? Vaktim olsa şunu da yapmayı çok isterdim dediğim şeyler yok mu? Ve benim buna gerçekten vaktim yok mu?" diye sorduğumuzda, kendimize vereceğimiz cevapların aslında ne kadar da kıymetli olduğunu neden düşünemiyoruz?

Neden bir anlığına da olsa durup bunu kendimize sormaktan kaçınıyoruz bu kadar? Yoksa korkuyor muyuz? Alıştığımız rehavetin, saat gibi işleyen o düzenin dışına çıkmaya, icat çıkarmaya çekiniyor muyuz?

Bu sebeple mi vaktim yok, param yok, şunum yok, bunum yok bahanelerinin ardına sığınıp, rutininin içine sıkışıp kalmış, düz adamlar, düz kadınlar olarak, birbirinin tekrarı günlerin içinde yaşayıp gidiyoruz?

Öyle çok paralara bakmayan, aslında son derece basit ve erişilebilir ama niyeyse hayat koşturmacasından bir türlü yapmaya, hatta yapılacaklar listesine bile almaya fırsat bulamadığımız ve yapsak inanılmaz mutlu olacağımız, bize, ruhumuza çok iyi geleceğini bildiğimiz şeyler yok mu?

Benim için var.

Ve eminim ki hepimiz için vardır.

"Bugün hayatımın son günü olsa, neleri yapmadığıma pişman olurdum acaba?" sorusuna vereceğimiz kim bilir  ne çok cevap var. Ve bunların çoğu da para pul istemeyen, kendisi minik, hazzı kocaman şeyler. "Vaktim yok, önce şunu yapmalıyım, eşim/sevgilim istemez, şundan sonra, bundan sonra yaparım..." kabuğunu kırıvermeye bakan şeyler.

Ve eğer bu kabuğu kırıp da yapabilirsek, hayatımızdaki herkes bir yana, sadece kendi içimizle, kendi ruhumuzla mutlu olup, bizi gerçekten dinlendirecek şeyler.

Hadi düşünün bakalım. Gözlerinizi kapayın, sürekli omzunuzda oturan ve kulağınıza: 

"Ee tabii milletin tuzu kuru! Onların vakti var. Paraları var. Onlar bekar. Onlar evli. Onlar rahat. Onların kendi işi. Onlar vurdumduymaz. Ben sorumluluk sahibiyim. Benim param yok. Benim vaktim yok. Benim param var ama vaktim yok. Benim vaktim var ama param yok. Şunum var ama bunum yok...." türevli önyargı ve bahane cümleleri fısıldayan o sinsi iç seslerinizi bir susturun. 

Ve şu basit cümleyi kuruverin:

"Yapmak isteyip de ertelediğim / yapamadığım ama aslında bal gibi de yapabileceğim neler var? Yapsam nasıl hissederim?"

Kimsenin maddi durumu, vakti, şusu busu eş değil evet ama herkesin mutlaka yapmak istediği ve üstelik ulaşabileceği halde kenara attığı, kısacası milyon bahane ile gündelik çemberinin dışına itiverdiği ve kaçırdığı mucizevi güzel şeyler vardır.

Bu soruya dürüstçe ve cesaretle cevap verebilmek; bence hayatlarımızı daha da güzel hale getirebilmek adına ve ne olursa olsun kendimiz için bir şeyler yapmanın hazzına ulaşmak adına ellerimizde tuttuğumuz en güçlü anahtar.

Çünkü biz gerçekten mutlu olmazsak, kimi, nasıl ve ne kadar mutlu edebiliriz ki?


Tüm kalbiniz ve ruhunuzla dinlenebildiğiniz günler dileğiyle.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...